Oca
04
Gönderen: admin, Düşünce, Ocak-4-2009

 İbadetlerimiz, hayatın içerisinde takınacağımız tüm tavırları kapsar. Dostumuzu, düşmanımızı, sevgimizi, nefretimizi, öfke ve merhametimizi Allah’ın emrettiği gibi belirlemek, tıpkı namaz, oruç gibi bir ibadettir. Bunu ihmal ve ihlal eden, ya gaflet, yada inkar içerisinde olmuş olur. Her iki durumda, hüsran ve ziyan olduğundan bir mü’min için kabul edilemez tercihlerdir. Kur’an’ın tabiriyle fısktır, yoldan çıkıştır.
 “Eğer onlar Allah’a, peygambere ve O’na indirilen Kur’an’a inansalardı, kâfirleri dost edinmezlerdi. Onların çoğu fasık, yoldan çıkmış kimselerdir” (5/Maide 81)
 

 Allah’a iman eden, Hz. Muhammed(s.a.v.)’i Rasul, Nebi olarak tasdik edenlerin Allah ve Rasulünün emri dışında hareket etmeleri asla söz konusu değildir. Mü’minler, o ilahi emrin dışarısına çıkmamak için çaba gösterir, kulluğun ancak bu hassasiyetle makbul olacağına inanırlar.
         

Bu hassasiyet tabii ki dostluk kuracağımız ve sevgi besleyebileceğimiz kişileri seçerken de devrede olmalıdır. Yoksa farkında olmadan Laik bir din anlayışına bürünülür. Namazda tadil-i erkanlara riayet için gösterilen hassasiyet, hayatın tam içerisinde, ticarette, komşulukta, ailede, toplumda, devlette yerini bencelere, hevaya ve çıkarlara bırakır. Rabbim bana ne diyor, ne bekliyor endişesi sosyal hayata taşınmaz, akıllardan çıkarılır.
         
 Ölçü ilahi hassasiyetler olmayınca, aileni, evlatlarını katledenlerle, topraklarını işgal eden, ibadethanelerini yağmalayanlarla bir problem yaşamazsın. Onları misafir eder, en samimi pozlarla mesajlar verirsin. Strateji dersin, koşullar dersin. Bu mevkiler bunu gerektirir dersin. Hatta takiyye bile dersin. İpin ucu bir kere kaçmasın, ölçü, değer, din, iman bırakmazlar insanda, yuvarlanır gidersin. 

 Katiller, mağdurlar ve işbirlikçiler kim, ailesini, evlatlarını katledenlerle kim dostluk kurmuş soruları eğer akıllara gelmeye başlamışsa bizde açıklık getirmeye çalışalım.
         

Irak’taki Hasan, Ali, Fatma, Filistin’deki Yasir, Ömer ve Zeynep’ten bahsediyorum. Onlar bizim ailemiz, kardeşlerimiz. Acıları acımız, dertleri derdimiz, zaferleri sevincimiz. Bu kardeşlerimize olmadık acıları yaşatan, topraklarını işgal eden, yağmalayan, sürgün eden Siyonist israilin başbakanı Ehud Olmert ve Irak’ın işbirlikçi sözde başbakanı Nuri El Maliki geçtiğimiz ay sonunda 2 gün arayla Türkiye’ye geldi. Cumhurbaşkanı ve başbakanın güzelce ağırladığı, beraberce samimiyet ve dostluk mesajları verdikleri bu kişilerin kanlı elleri muhabbetle sıkıldı.
          

Bu görüşmeler Irak ve Filistin halkını derinden yaraladı. Çünkü bu insanların, (Laik T.C.’nin idari mekanizması ile halkı ayırt edemeden) Osmanlı mirası olarak gözleri buradadır. Halen bir abi, bir baba görerek bu topraklara bakmaktadırlar.

 Peki sıkılan bu kanlı ellerin sahipleri kimdir, ne türlü cinayet ve eylemlerin ortağıdırlar? Meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için bu sorulara cevap vermemiz gerekmektedir.

Nuri El Maliki :
  Irak’ı işgal eden ABD’nin başbakan olarak atadığı Maliki, kendi soyunun Beni Kureyza Yahudilerine dayandığından övgüyle bahseden bir kişidir. Bugün Irak’taki Sünni-şii çatışmasının baş aktörlerindendir. Bu fitneden dolayı milyonlarca Iraklının ölmesinin müsebbiplerindendir. Kendisi işgalden önce Suriye’den Lübnan’a geçen işçiler için pasaport ve belgelerin sahtelerini yapmaktaydı. CIA kendisini bir ispiyoncu olarak yetiştirmişti. Yakın bir arkadaşı O’nun Suriye’nin bir kahvesinde  kötü bir şekilde koktuğunu, kılıksız ve elbiseleri dağınık bir şekilde otururken gelen bir telefonla Irak’a geçtiğinden söz eder. Hatta küçük bir kasabanın belediye başkanlığını şart koştuğunu anlatır.
          

İşgalin ardından el Hindiye bölgesindeki el Tuvaric kasabasında 11 kişiyi Baasçı oldukları iddiasıyla kendi silahıyla öldürmüştür.
         

Başbakanlığı döneminde bu kanlı yüzünü sürekli gösteren Maliki ABD’den aldığı emirlere layıkıyla itaat etmektedir. Bugün Irak hapishaneleri ABD işgaline karşı direnen mücahitlerle doldurulmuştur. Bu kişiler akla gelmedik işkencelere uğramış ve halen uğramaktadır. Bu baskın ve tutuklamaları ABD adına bizzat Maliki’nin kendisi yürütmektedir.
        

ABD askerlerinin tecavüz ettiği bir kadının ailesi intikam alarak o ABD askerlerini öldürmüş, karşılığında Maliki tarafından idamla cezalandırılmıştır. Bu iğrenç fiilleri işlemekte ABD askerlerinden geri kalmayan Irak  polis güçleri Iraklı bir kadına tecavüz etmiş ve karşılığında Maliki tarafından ödüllendirilerek izne çıkartılmıştır. Ayrıca, Sabrin El-Cenabi isimli mağdure kadının direnişçilere destek verdiği iddiasıyla müebbet hapsine karar verilmiştir.
           

Iraklı tutsak kadınlar yalvararak kendilerinin ABD hapishanelerine naklini istemekte, Maliki yönetimindeki cezaevlerinin iğrençlik ve zulümde ABD askerlerini geçtiğini söylemektedir. 
         

İndepent Gazetesi’nin Ortadoğu muhabiri Robert Fisk, Irak hükümetinin, kimlikleri bile bilinmeyen ve bulunamayan yüzlerce Iraklıyı, Kazımiye Cezaevi’nde gizlice idam ettiğini haber yapmıştır. ‘Irak ölüm hücresinin sırları’ isimli makalesinde Fisk, Maliki yönetiminin, yüksek  güvenlikli cezaevlerini, idam evi gibi kullandığını duyurmuştur. Kazımiye’deki idamlara tanık olan bir eski yetkiliye dayandırdığı makalesinde, Fisk şunları söylüyor : “Irak yönetimi, Saddam’dan gördükleri korkunç darağaçlarını, direnişçiler için kurdu.Başbakan Nuri Maliki’nin ‘demokrat’ hükümetinin merkezdeki küçük bir hücrede darağacında sallandırdığı kurbanların sayısı 100’lerle ifade ediliyor. İnfazlara şahit olan eski bir Britanyalı yetkili ‘İnfaz edilenlerin çoğunluğunun direnişçi olduğu farz ediliyor’ deyip tüyler ürperten ayrıntılar veriyor”
           

Irak’ta camii ve mescitlere de baskınlar düzenleyen Maliki yönetimi bu yönüyle de kendi ipini tutan ABD’yi aratmamaktadır. Maliki Hükümetine bağlı güvenlik güçleri mübarek Ramazan ayının ilk gününde Muhammed el Emin Camisine yönelik bir baskın gerçekleştirmiştir. Tarimiye bölgesinde yer alan camiye hükümet güçlerinin gerçekleştirdiği baskın sırasında cami korumalarından üç kişi her zaman olduğu gibi hiçbir sebep göstermeksizin tutuklanmıştır. 
           

Hükümet güçleri ve özellikle bölücü milisler yoğun bir şekilde Irak genelindeki camilere yönelik birçok saldırı gerçekleştirdiği zaten bilinen bir gerçektir. Bu saldırılarda camiler havan topu saldırısına maruz kalırken, kimi zaman namaz kılmakta olan cemaat dahi kurşunlanarak öldürülmektedir. Baskınlarda tutuklanan cami korumalarının çoğu hükümete bağlı merkezlerde insanlık dışı işkencelere maruz kalmaktadır. Bu korumalar hukuksuz bir şekilde aylarca, yıllarca tutuklandığı gibi öldürülerek cesetlerinin sokaklarda bulunduğuna da rastlanmıştır.
           

Oğlu Ahmet Nuri El-Maliki’nin başında olduğu bir grubun hükümet ve devlet kurumları içinde ‘Irak derin devletini’ örgütlediği konusunda endişeler vardır.
            

Irak işgaline karşı cihad eden Mücahitlerin en önemli düşmanı olan Maliki ve yönetimi, Irak’ı ve Irak halkını imzaladığı anlaşmalar ile ABD’ye satmıştır. Önüne atılan birkaç parça kemiği sıyırmaya razı olarak ABD’ile kayıtsız şartsız anlaşmalar imzalayan Maliki’ye yaptığı bu ihanetin cezasını gene onurlu Müslüman Irak halkı verecektir.
           

Son olarak imzalanan ve Mecliste onaylanan Güvenlik Anlaşması açıkça göstermiştir ki, mecliste imza atan milletvekilleri eliyle işgal altındaki Irak ve Irak halkı işgalcilere satılmıştır. Bu zillet anlaşmasına göre işgalci güçler Irak topraklarında üç yıl daha kalacaktır. Şüphesiz ki Amerika’nın bu süreçten yararlanmak için elinde bulunan hazır bir planı mevcuttur. Bu planla yüzleşildiğinde Irak’ın ekonomik gidişatı tamamen Amerika’nın kontrolünde olacaktır.
           

Arap ülkelerinin çoğunun muhatap kabul etmediği bir şahıs olan el Maliki’nin Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümeti tarafından kabul edilmesi, Başbakan Erdoğan’ın daha önce Bağdat’a tarihi ve stratejik bir hata ederek ziyarete gitmesi Maliki’ye ve gayri meşru bir hükümetine meşruiyet zemini teşkil etmiştir.

Ehud Olmert :    
Filistin topraklarını işgal eden Siyonist terör güçlerinin 60 yıldır sürdürdüğü vahşi politikanın piyonlarından birisidir. Terörist İsrail Filistin’i işgal ederek o bölgenin insanlarını topraklarından sürmekte ve Yahudileri bu boşaltılan yerlere yerleştirmektedir. Bu Siyonist proje sonucunda 9 milyon Filistinlinin 5 milyonu mülteci konumunda hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadır.
          

Siyonist çete, Kudüs ve çevresinde Müslüman nüfusun azalması noktasında gerek sinsice, gerekse şiddete başvurarak çalışmalar yapmaktadır. Likud Partisi’nin eskilerinden olan Olmert’te, Şaron gibi aşırı şiddet yanlısı bir kişidir. Bu konudaki tavrını Kudüs belediye başkanlığı yaptığı dönemlerde açıkça ortaya koymuş ve bu kutsal şehirdeki Müslüman varlığına son verebilmek için pek çok insanlık dışı uygulamaya başvurmuştur.
         

Bunlardan biri Ebu Guneym krizidir. Kudüs şehrinin hemen bitişiğindeki Ebu Guneym tepesinde Müslümanlara ait araziler zorla gasp edilerek buraya bir Yahudi yerleşim merkezi inşa edilmiştir. Olmert, bir milyon Yahudi’yi Kudüs ve çevresine yerleştirme planının da fikir babasıdır. Bu plan her ne kadar hayata geçirilemedi ve tersine göç sebebiyle geçirilmesi mümkün görünmüyorsa da amacı açısından dikkate alınması gerekir. O, bu planla Kudüs’teki Müslüman varlığını küçük bir azınlığa düşürmeyi ve bütün Müslümanların ortak duyarlılıkla sahip çıkmaları gereken Kudüs’ü tam bir Yahudi şehrine dönüştürmeyi hedeflemektedir.
             

Olmert’in belediye başkanlığı döneminde Kudüs’te Müslümanlara ait pek çok gayrimenkul gasp edilmiştir. Örneğin 2000 yılında onun başkanlık ettiği Mahalli İnşa Konseyi yeni bir cadde ve bağlantılı ara sokaklar açma iddiasıyla Filistinlilere ait 568 dönüm araziyi gasp etmiştir. Kudüs’teki Müslüman varlığını sembolik hale getirme ve şehri her yönden Yahudi kuşatmasına alma, böylece İslâm’ın bu şehirdeki tarihi izlerini de kademeli bir şekilde ortadan kaldırma amacına yönelik “Büyük Kudüs Projesi” nin fikir babası da Olmert’tir. (1)
          

Annapolis toplantısı ardından gerçekleşen Gazze katliamının ve acımasız Gazze ambargosunun mimarı olan Olmert, 30 Temmuz 2006’da Lübnan’ın Kana kasabasında gerçekleşen kanlı bir katliama da imza atmıştır. Savaştan kaçan Lübnanlı sivillerin sığındığı Kana kasabasına ağır bombardıman gerçekleştiren İsrail, 37’si çocuk en az 60 sivili uykularındayken öldürmüştür.
          

Son Gazze katliamının emrini Türkiye’ye gelmeden önce 18 Aralık’ta terörist israil Savunma Bakanı ile Tel Aviv’deki Savunma Kuvvetleri Merkez Karargahı’nda bir araya gelerek veren Olmert’in, görevini devretmeden önceki saldırganlığının faturası da ağır oldu: 400 ölü.
           

Ambargo ve saldırılar sonucunda ölen bebeklerin kanına giren Olmert’in Türkiye hükümeti tarafından devlet konuğu olarak kabul edilmesi bir saf tutuştur. Bu saf, Rafah sınır kapısını açmayarak bir buçuk milyon Gazze’li için hayatı çekilmez kılan Mısır’ın safıdır.
            

Filistin’deki İslâmî hareketin önderlerinin başlarını koparacağı tehditlerinde bulunan Siyonist devletin başbakanının ayaklarının altına Türkiye’de kırmızı halılar döşenmesi, saldırgan tutumu sebebiyle ateşkesin devamını imkânsız hale getiren, cinayet tehditlerinde bulunan eli kanlı bir Siyonist liderin Türkiye’de “onurlandırılması”, bu topraklarda yaşayan Müslümanlar olarak kabul edilemez bir gaflettir, ihanettir.

Mü’minler Kafirlere Sevgi Besleyemez   
 Allah(c.c.) Kur’an’da, iman edenlerin kalplerinde kafirlere karşı sevgi bulunamayacağını, onlarla dostluk kurulmasının tevhidi bir tavır olmadığına işaret etmektedir.
 “Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah’a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. …” (58/ Mücadele 22)
            

Hem hak dine iman etmek, hem de bu dine düşman olan kimselere sevgi beslemek gibi iki zıt tavrın bir kişide aynı anda bulunması imkansızdır. Kesinlikle bir yanda iman, diğer yanda Allah ve Rasulü’nün düşmanlarına sevgi beslemek gibi bir tavır olamaz. Dolayısıyla müminlik iddiasında bulunan bir kimse, şayet aynı zamanda İslâm düşmanıyla da dostluk ilişkilerini sürdürüyorsa bu kimsenin müminlik iddiasında tereddüde düşülmelidir.
           

İman onlardan açıkça şu iki seçenekten birini tercih etmelerini ister: “Mü’min olmak istiyorlarsa, İslâm’a zarar veren her türlü ilişkiyi kesmelidirler, fakat ilişkileri onlar için İslâm’dan daha önemli ise, bu sefer müminlik iddialarından vazgeçmelidirler.”
 
Allah(c.c.)’ın ve mü’minlerin düşmanları ile dostluk kurulmaması bir tercihten öte ilahi bir emirdir. Bu emre sadık kalmak ise ciddi bir ibadettir.
“Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkar etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz. Halbuki onlar Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan dolayı, Peygamberi ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer siz benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, onlara nasıl sevgi gösteriyorsunuz? Oysa ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur.” (60/ Mümtehine 1)

Tüm bu açık ayetlere rağmen siyaset ve strateji adı altında eli kanlı katillerle ilişkileri devam ettiriyorsanız, “Irak ve Filistin’deki insanların neresi bizim ailemiz, evladımız” anlayışına sahipseniz, zaten bu çalışmanın konusu siz olamazsınız. O zaman Misak-ı Milli sınırlarının ve bu sınırlarda yaşayan insanların menfaati adı altında katil, sapık ayırt etmeden görüşebilirsiniz. Her türlü kişiliksiz tavırları takınabilirsiniz.

Resûlullah (s.a.v.) “Kişi sevdiğiyle beraberdir” diye buyurmuştur.(2) Mahşerde hesap verirken meleklerin “senin sevdiklerin, dost edindiklerin şu tarafta, onların arasına katılman gerekiyor” sözlerine itiraz edemeden, dostlarınızın arasında yer alırsınız.

(1) www.vahdet.com.tr
(2) (Bkz. Buhari, Edeb, 96; Müslim, Birr, 165; Tirmizi, Zuhd, 50, Da’avât, 98; Darimî, Rikâk, 71; İbnu Hanbel, el-Musned, 1/263)


Comments are closed.