Ağu
10
Gönderen: admin, Düşünce, Ağustos-10-2008

“Rabbinizden size indirilene (Kur’an’a) uyun. O’nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!” (2)
         

Allah’a iman iddiasında bulunanların, uymakla, tabii olmakla mükellef oldukları temel ölçü Kur’an’dır. O mukaddes ölçü, doğru ile yanlışı ayırt etmemizi sağlayan, sımsıkı sarılmakla kurtuluşa ereceğimiz bir Furkan’dır. İnsanın, kendisi hakkındaki ve alem hakkındaki gerçek bilgiyi yalnızca bu (Kur’an) verebilir, hayatının gerçek amacı ve konusunu ona yalnız bu (Kur’an)  anlatır ve ahlakını, toplumsal hayatını, kültür ve medeniyetini üzerine bina edeceği prensipleri ona, ancak bu kılavuz öğretebilir. (3)

Bir kişi, hayatına yön veren, ahlakını oluşturan, hareketinin, mücadelesinin içini dolduran vahy dışı herhangi bir ölçüyü, ister kabul etsin, isterse etmesin, Allah’ın yerine veli edinmiş, dost kılmış olur.

Peygamberimiz Hz. Muhammed(s.a.v.)’de veda hutbesinde : “Mü’minler! Size iki emânet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. Bu emânetler, Allah’ın kitabı Kur’ân ve O’nun Peygamberinin sünnetidir.” (4)buyurarak, Mü’minlerin heva ve arzularına göre hareket edemeyeceğini, iki değerli emanetin dışında asla bir yol aranamayacağını vurgulamıştır.

Birbiriyle et ve tırnak gibi olan bu iki ölçü, neye nasıl inanacağımızı belirler. Dost düşman, helal haram, sulh kıyam kavramlarının içini doldurur. Bize, “bence” egosuyla hareket etme fırsatını vermez. İnsan hayatının tüm evrelerinde aktif ve belirleyici olur. Başıboş bırakılmadığımızın bilincini kalplerimize işler. Kişide büyük bir mutmainlik sağlar.

Bu hakikat, tabelası altında çalışma yapılacak cemiyetlerin seçiminde, beraber hareket edilecek grupların belirlenmesinde de tek meşru etken olmalıdır. Kendi irademizle verdiğimiz her kararın, Allah indinde bir karşılığının olacağı unutulmamalıdır.(5)Bu sebeple, tasdik edilen beyanatların ve altına imza atılan manifestoların, Kur’an ve Sünnet ölçüsüyle değerlendirmeye alınması zorunludur.

Bu önemli çağrıya dudak bükerek, sorumsuzca ve lakayt bir şekilde yaklaşanların, tarihin önemsenmeyenler çöplüğüne terk edilme riskini de göze aldıkları aşikardır.

Farkına vardığınız gibi sözü, son günlerde mesajı bayraklaştırılan bir oluşumun taleplerine getirmek için uğraşıyorum. Zaten terk edilen İslami söylemlerin, dünyevileşmenin de etkisiyle, yerini liberal ve demokrat bir üsluba bırakmasının acısı yüreğimizdeki tazeliğini koruyorken, otobüs durakları ve gazete sayfalarında gördüğümüz ilanlarla büyük bir irkilme yaşadık. “Kayıt yok, şart yok, Egemenlik Milletindir.” “Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Ne bir eksik ne bir fazla.” 

 Evet, Beyazıt’ta, üniversite meydanlarında yumruklarımızı kaldırarak “LA” dediğimiz değerlerdi bunlar. “Kalbimizde korku yok Allah’tan başkasına, biz son vermeye geldik kullara kul olmaya”marşını seslendirirken, son bulması için söz verdiğimiz hukuk ve sistemin ta kendisiydi bu gördüklerimiz. 

Bu gördüklerimiz onlardı da, altına imza atanlar, tasdik edenler, insanları bu değerlere davet edenler, nasıl oldu da sıklığıyla övündüğümüz saflarımızın içindeki fertlerden oluşabildi. Nasıl oldu da tevhid mücadelesini kaleme alan, gür ve hiddetli haykırışlarla kitlelere nasihat edenler buna iştirak etti. Hiç mi altına imza attıkları manifesto ve sloganları tefekkür etme ihtiyacı hissetmediler. Ya da, o çizgiye mi geldiler…

Hareketin Manifestosu Ciddi Sorunlar İçermektedir :

Bir hareket hakkında fikir yürütebilmek için, onun tüzüğüne, manifestosuna bakmak gerekir. Her ne kadar farklı kulvarlarda yer alan kişilerin söylemleri, o harekete kendilerince bir anlam katsa da, kamuoyuna deklare edilen temel hedef ve prensiplerin esas olduğu, onun üzerinden bir değerlendirme yapılması gerektiği  malumdur.

Ortak akıl hareketi adıyla oluşturulan platformu da, kendi hazırlamış oldukları manifestolarına bakarak değerlendirdiğimizde, birçok temel problem göze çarpmaktadır.

Öncelikle sınırlarının çizimimde müdahil olunmayan, emperyalist projelerin ciddi bir aşamasını oluşturan ulus devlet anlayışı kutsanmakta, onun kazancı, kaybı ve baş aktörlüğü üzerinden hesaplar yapılmaktadır. Hadiseye ulus devlet kabulüyle bakıldığından, “komşu, bölge” gibi tanımlarında gayri meşru olduğu, yani İslami temelli olmadığı görülmektedir. Bu problemli bakışın gerçekleştirdiği “temel sorun” teşhisi de problemlidir. “Halka siyasi projelerin bir malzemesi olmaktan fazla değer vermeyen, demokrasiyle, seçimle oluşan iktidarlara itibar etmeyen seçkinci anlayış”, kutsanan ulus devletin temel sorunu olarak tanımlanmaktadır. Oysa gerçekte, çeşitli propaganda araçları ve zihinleri ifsad eden yayınlarla, düşünebilme yeteneği köreltilmiş halk yığınlarının, bu engellerden kurtulabilmesi, yaratılışının sebeplerini sorgulaması, Allah’ı, O’nun istediği gibi tastik edebilmesi, kulluğunun farkına vararak prangalarından kurtulabilmesi, yani iman edebilmesi, imana ulaşabilmesinin derdi, değil bu toprakların tüm insanlık için temel bir sorundur.

Hareketin ana sloganlarından olan “Kayıt yok, şart yok, Egemenlik Milletindir.”anlayışı, insanlığı seçkinci sınıfların prangalarından, demokratik sivil yönetimlerin prangalarına davet etmektedir. Davet edilen bu yeni pranga, insanlığın zihinlerini, yaşamlarını, hayallerini, hedeflerini ve inançlarını dumura uğratma konusunda ötekini asla aratmayacaktır, hatta aratmamaktadır. Bu yaklaşımla insanlar, Kur’an’ın tanımıyla Tağutun birinden bir diğerine davet edilmektedir.

Ayrıca, ortak akıl hareketi tarafından Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 6. maddesine isnat edilerek sloganlaştırılan bu ifadenin, devamındaki açıklamayla beraber okunduğunda halen gösterilmeye çalışıldığı gibi masum görülüp görülmediği platform tarafından izah edilmelidir.

Kanun maddesinin devamındaki “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiç bir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ, kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.”ifadesiyle halkın egemenliğinin, değiştirilemez ve sorgulanamaz devletin temel niteliklerinin ön kabulünden sonra bir anlam ifade ettiği belirtilmektedir. Yani laik, demokratik ve Atatürk milliyetçiliğine bağlı bir akideyle hazırlanan anayasanın, bu değiştirilemez ve sorgulanamaz çerçevesine bağlı kalan bir halk,  bunun uygulayıcısı olacak kişilerin seçiminde yetkilidir. Egemendir!

Manifestoda, milli bütünlüğün korunması hususu da sıkça yer almaktadır. Burada millilikten  kast edilen, anayasada tanımlanan Türk milletidir. Atatürk milliyetçiliğinin içini doldurduğu milli bütünlüğün zarar görmesi endişesi, manifestoda yer alan temel sorunlardan biri olarak tanımlanmaktadır. 

Metinde yer alan, “insanların özgür olarak doğduğu, hiçbir ayrım gözetmeksizin bütün insanların tüm hak ve özgürlüklerden yararlanabileceği”  ifadesinin kulağa hoş gelen popülist bir yaklaşım olduğunu da söylememiz gerekir. Müslümanların kendi değerlerine göre tefekkür etmeden atladıkları batı menşeli kavramların, okundukları gibi masum olmadığı unutulmamalıdır. 

Özgürlük alanı, içini batılı zihnin doldurduğu bir alandır. İnsanların rahatlıkla yararlanabilecekleri özgürlüklerin neleri kapsadığı, batılı hayat tarzına bakıldığında malumdur. Bu özgürlükler müstehcenliği, eşcinselliği, çıplaklığı, nikahsızlığı da kapsamaktadır. Modern tefeciliği mubah görmektedir. Zinakar bir toplum yetiştiren kurumlar oluşturmakta ve onları koruma altına almaktadır. Her türlü ürünün, kısıtlanmadan kolayca halka sunulduğu geniş bir yiyecek, içecek portföyü vardır. Sınır anlayışı, limit çıtası, çok ama çok aşağılardadır bu özgürlük anlayışının. Nasıl olurda Allah’a hesap vereceğinin farkında olanlar, denetimsiz, kontrolsüz yaratılmış gibi hareket edebileceğini düşünebilir. Ve böyle bir hayat tarzına davette bulunabilir. 

Ayrıca bu özgürlük alanını bayraklaştıranların, insanların harama yönelmelerinin önüne geçmek, din ve akıl emniyetlerini sağlayabilmek için çalışmalar yapan islami bir idareyi de baskıcı ve zorba olarak tanımlamalarının zorunlu olduğunu bilmeleri gerekir. 

Özgürlük tanımı kutsanınca, idealize edilince, onun zihniyet zemini olarak belirtilen demokrasi de teslim olunması gereken tek anlayış olarak kabul görmektedir. Bundan dolayı hareketin manifestosunda insanlar, demokrasiye sahip çıkmaya davet edilmiştir.

Daha düne kadar, Hakimiyetin Allah’a ait olduğu sloganlarıyla yol alanlar, kitleleri coşturanlar, beşeri ideolojileri şirk ve küfür bağlamında analiz edenlerin geldiği bu nokta endişe vericidir. Bu kesim, masum bir yönetim biçimi olmayan, ardından kendi hayat tarzını beraberinde getiren demokrasiye kolayca teslim olarak, yıllarca etkiledikleri talebelerinde de bir hayal kırıklığı ve ümitsizlik ortamı oluşturmuşlardır. 

İslam devleti söylemlerinden, dinin bireysel ahlaki bir tercih olduğu noktasına gelinince, devlet anlayışının tasavvuru ve içeriği de değişmiştir. Talepler, hukukun üstünlüğü temelinde gelişen ve ona dayanan yeni bir anayasa anlayışına evrim göstermiştir. Devletin değiştirilemez ve sorgulanamaz niteliklerine bağlı kalan özgürlükçü bir anayasaya anlayışına… 

Özgürlüklerin ve demokrasinin teminatı olarak gösterilen gerçek bir hukuk devletinden kast edilenin, İslam hukuku olmadığı da zaten aşikardır. Tuhaf olan, mevcut hukuk anlayışını yıllardır, “kendi dini değerlerine sırt çevirmiş, medeni kanunu İsviçre’den, ceza kanunu İtalya’dan, ticaret kanunu Almanya’dan almış” şeklinde eleştirenlerin bugün geldikleri noktadır.

Hareketin bayraklaştırdığı,“Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Ne bir eksik ne bir fazla.” sloganıyla, yetinilmesi istenen tablonun çerçevesi de zaten çizilmiştir.

Nasıl Bir Örneklik?

Müslümanlar olarak her dönem, çevremizde yaşanan tüm haksızlıklara karşı çıkmamız bir kere imani bir görevimizdir. Peygamberimiz  Hz. Muhammed(s.a.v.)’in “Bir kötülük gördüğünüzde onu elinizle düzeltin; buna gücünüz yetmezse, diliniz ile düzeltin; buna da gücünüz yetmezse kalbinizden buğz edin. O kötülerle ve kötülükle beraber olmayın”(6)emri, iman dolu kalbin zulümle, münkerle barışık olamayacağını bizlere öğretir.

Bu öğretiyle, İslami olana hayat hakkı tanımayan Kemalist, darbeci anlayışlara karşı duruşumuzun nasıl olması gerektiği zaten netlik kazanmaktadır. “La ilahe illallah” bir beri olma, karşı duruş direktifidir. Tüm cahiliye anlayışları bu “La” ile reddedilir. Bu reddediş onun toplum üzerinde ki egemenliğinin son bulabilmesi için gerçekleştirilen mücadelenin sadece ilk basamağıdır. Yani sadece bir kabul etmeme değildir “La”, imanın değerlerinin hayata hakim kılınabilmesi için sürdürülen seferberliği de içermektedir.

“La” diyerek reddettiğimiz sadece egemen olan zalim, müşrik, cahiliye anlayışları değildir. Bu anlayışların yerine inşa edilecek İslam toplumunun oluşum sürecindeki muhtemel batıl araçlar ve yöntemlerde reddedilmektedir. Yani Allah’ın muradına uygun bir tevhid toplumu, gene Allah’ın muradına uygun nebevi yöntemlerle inşa edilmelidir. Öyle edilecektir. Bundan dolayı, bir zulme tepki gösterebilmek adına ortaya konan alternatif çıkışlar nebevi kaynaklı değilse, başka bir cahili anlayışa insanları sevk ediyorsa, kabul edilmesi asla beklenemez.

Darbe ve postal korkularına karşı geliştirilen demokrat ve liberal haykırışlar içerisinde müslümanın sesi yer alamaz. Müslüman gene haykırışını yapar, gene gerekli kıyamını sergiler, ama kendi değerlerinin tüm bu çatışmaların çözümü olduğu gerçeğini vesile kılarak insanları Allah ve Rasül’üne imana davet eder. Egemen olan baskın zihniyetin çarpıklığını dile getirmek, islami bir oluşumun gerekliliğinin ve sürekliliğinin önemiyle anlam bulur.

Bu net söylem ve tavrın Müslümanlar tarafından ertelenmesi, perdelenmesi üç kere zulümdür. Birincisi liberal ve demokrat kirli kimliğine bulaşılarak helake kapı aralanır. İkincisi kendilerini takip eden, örnek alan kitleleri yanılttıklarından dolayı veballeri artar. Üçüncüsü ise, beraber olunan ve erdemli bir duruş takınan darbe karşıtı liberal düşüncedeki insanların, İslami yöntemle buluşması bir şekilde engellenmiş olur.

Özgüvenlerini kaybetmiş, ağızları bir karış açık şekilde, büyük bir hayranlıkla bu insanların eteklerine tutunarak oradan oraya savrulan eski İslamcılar, ellerindeki cevherin değerini unutmuşlardır. Liberal aydın kesimin de hidayete ve kurtuluşa muhtaç olduğu gerçeğinden hareket edilemediğinden, merhametli ve davetkar bir tavır yerine o görüşe eklemlenilmiştir.

Müslümanlar, ancak kendi dinleri temelinden hareket ettikleri zaman ideal şahitlikler gösterebilirler. Ancak bu şekilde baskılara karşı duran liberal kesimin de içerisinde olduğu halk kitlelerinde etki uyandırabilirler.
          

Tüm insanlığın, arayıp da örnekliğini göremedikleri ideal, izzetli oluşumlarla beraber saf tutmaları da buna  bağlıdır.

1- (5/Maide 100)
2- (7/Araf 3)
3-  Tefhimul Kuran (7/Araf 3.ayetinin tefsiri)
4-  Mâlik, el-Muvatta, 2/899 (Kader, 3); Müslim, 2/889-890 (Hadis No: 1218); Ebû Dâvûd, 1/442 (Hadis No: 1905); et-        
     Tirmizî, 5/662-663 Hadis No: 3786, 3788); İbn Mâce, 2/1025 (Hadis No: 3074)
5- (99/Zilzal 7-8)
6- Müslim 49-50-78, İbn Mace 4013, Ebu Davut 4340, Tirmizi 2263, Nesei 5011


Comments are closed.