Mar
30
Gönderen: admin, Makale, Mart-30-2020

Coronavirüs salgını sonucu yaşananlar bir Ahlâk tartışması başlattı. “Namaz 5 vakit, Ahlâk 24 saat farz” diyen bir bayan haber spikerinin açtığı tartışmaya Ahmet Hakan’da “Bir sahtekârlık, bir fırsatçılık, bir ahlaksızlık gördüğünde aklına niye Müslümanlık geliyor ki senin?” suçlamasıyla müdahil oldu.

Bir kesim, “evet stokçuluk, karaborsacılık, fahiş kâr elde etme girişimleri Müslümanlara yakışmaz” deyip tartışmayı sadece Müslümanlar üzerinden değerlendirerek “ahlâktan soyutlanmış Müslümanlık mı olur?” derken, diğer kesim de “toplumun yanlış yönlendirildiğini, bu fırsatçı kesimlerin ‘sadece namaz kılan dindar çevreden’ oluştuğu” izlenimi verildiği suçlamasıyla eleştiride bulundu.

İlk kesimin sözleri bir özeleştiri niyeti taşıdığında makul görülebilse de, başta Kemal Sunal filmleri üzerinden daima İslam’a ve Müslüman kimliğe saldıran, zalim, tefeci, çıkarcı hacı, rolleriyle aşağılayan bir sektörün varlığının bilinmesi de karşı tarafın hassasiyetini anlaşılır kılabiliyor.

Bu tartışmayla ilgili bir katkı da bizden olsun…


Evet, Güzel Ahlâk imandandır. Mü’min olduğunu beyan eden her bir birey “kıyafetinden ticaretine, sofrasından komşuluk ilişkilerine, aile içi davranışlardan sokaktaki tavırlarına, siyasette, savaşa, çiçekle ağaçla ilişkisinden yeryüzündeki diğer canlılara bakışına kadar” daima dengeyi, merhameti, marûf olan tercihleri merkeze almalıdır. Yani Allah’ın sınırlarını tüm bu ilişiklilerde gözetmelidir. Sorumlu davranmalı, muttaki olmalıdır.


İbadet, kuru ritüellerden ibaret olmadığı gibi iman da şuursuz telaffuzlarla yeterli olacak bir kabul değildir. İman ispat ister, hayatın her alanında kendisine tabi olunan Rabbi hoşnut edebilmenin çabasını göstermeyi gerektirir. İbadet de, en genel şekliyle Allah’ın razı olduğu, istediği, beklediği ve mükâfatlandıracağı davranışlarda bulunmaktır.

Kur’an’ın ahlâk ayetleri Medine döneminde teşekkül etmiş Müslüman topluma yönelikti. “Ey İman Edenler” çağrısıyla başlayıp  “niçin yapıyorsunuz, artık yapmayın, şöyle yapın” denen tüm ahlâki emir ve yasakların muhatabı mü’minlerdi. Bu ayetlerle insanlar arası davranışlara şekil verilmekte, valiler, memurlar adalet zeminine çekilmekte, Medine pazarına müdahale edilmekte, karı koca arasındaki ilişkiler düzenlenmekteydi. Yani Medine’de inen ahlâk ayetleriyle, “iman iddiasında bulunduğunuz bu dinin adamları olun, yegâne terbiye edici Rabbin buyruklarına kulak verin, başıboş olmadığınızı unutmadan nefsanî davranmayın ve çıkarların merkeze alındığı işlere bulaşmayın” denilmekteydi.

İşte bugün de, herkesin gözünün böylesine yüce değerlere inanan mü’minlerde olması anormal değildir. Yüce Ahlak sahibi bir peygamber ve O’nun ümmetine umut olarak bakılmasının ispatı olan bu türden değerlendirmelere şaşırmamak gerekir.

Şunu bilmeliyiz ki, salgın bir hastalık sonrası ortaya çıkan tablodan istifade etmeye çalışmak, bencil davranmak, büyük kârlar elde etme ihtirasıyla hareket etmek, şeytanın ‘bu fırsat bir daha ele geçmez’ vesvesesine kanmak tabi ki en çok mü’minlere yakışmamaktadır. İnsanlığın umudu olması gereken, yorgun, yıpranmış, bunalmış kesimlerin huzuru, güveni kendinde bulacağı değerlerin şahitleri olan mü’minler bu güvenilirlik emanetine tabi ki ihanet edemezler, etmemelidirler. Allah’ın, resulünün emanetine ihanet etmenin vebalini daima düşünürler, düşünmelidirler.

Ece hanımın sitemi bu açıdan değerlendirilerek muhasebe yapılabilir. Ece hanım ve onu destekleyenlerin, Kemalist, liberal, kapitalist, Marksist, deist, ateist, feminist, ırkçı, solcu, sağcı, kesimleri eleştirmemesi, o kesimlerden böylesine yüce ahlaki davranışların zühur etmesinin genel olarak beklenmediğinin itirafıdır aslında… Bu yaklaşım, beşeri ideolojilerin insanlığın hayrına bir değer üretemeyeceğinin kesin bir ön kabulle bilindiğinin ispatıdır. O düşüncelere mensup tek tük erdemli bireyler olabilse de, bu ideolojilerin yetersizliği, insan fıtratına tabiatına aykırı olduğu, çatışmacı, ayrıştırıcı sonuçlar doğurduğu aşikârdır.

Ece hanım ve O’nu destekleyenler, Allah’ın hükümlerini, değerlerini hiçe sayan bir hayatı açıkça benimseyerek en büyük zulüm olan şirki işleyenleri eleştirecek değildi herhalde… Faizci ekonomiyi benimseyip insanları sömüren kapitalist kodamanları ve onlara kan pompalayan siyasi ayaklarını da eleştirecek değillerdi…

Aile kurumunu değersizleştiren, kadının, insanın onurunu yasalarıyla ayaklar altına alanlara da uyarı tabi ki yapılmayacaktı… Ece hanım, çıplaklığı, teşhirciliği normal gören, kadını bedeni üzerinden değerlendirenlere de ahlâk çağrısı tabi ki yapmayacaktı…

Bugün salgın hastalık ortamında görülen insafsız, zalim tekelciliği, stokçuluğu, her gün her an küresel ölçekte uygulayan, dünya servetinin tamamına yakınını elinde tutup insanları açlığa, yokluğa, ölümlere iten yahudi, evangalist aileler de bu kimlikleriyle ifşa edilecek tabi ki değildi… Kendilerinden, “Ağlama duvarında sallanıp, kâğıt sıkıştırırsın ama küresel stokçuluk, tefecilik yaparsın” denilmesini de beklemiyoruz…

Savaş çıkartıp silah satan, hasta edip ilaç satan, aç bırakıp ekmek arası İncil dağıtan kesimlerin zulmü de normal olarak görüldüğü için konuşulmamalıydı.

Putpereste, fahişeye, kumarbaza, tefeciye, teşhirciye, bağımlıya, gaspçıya, mafyaya, çeteye, niçin salgın hastalık ortamını fırsata dönüştürüyorsunuzdan önce söylenecek çok şeyler olduğu için onları tabi ki muhatap almayacaktı bu arkadaşlar… Haklılar aslında…

Konuya bu açıdan baktığımızda sorumluluğumuzun ne kadar büyük olduğunun farkına varırız. Eleştirilen, aslında kendisine yakışmayan kişidir. Kendisinden çok şey beklenen kesimlerdir. Ümitleri yıkmamalı, toplumsal bir dönüşümün ancak vahyin rehberliğinde ona teslim olmuş mü’minlerin elleriyle olabileceği gerçekliğini gündemimizden çıkarmamalıyız.

Gözler bizlerin üzerinde ve itiraf edilemese de umut İslam’da ve Müslümanlarda…


Comments are closed.