Tem
17
Gönderen: admin, Makale, Temmuz-17-2025

Hiçbir şeyden memnun olmayan, “istemeyiz, beğenmeyiz, karşıyız” tavrından başka da bir şey bilmeyen kesimlerle oturup konuşabilmek gerçekten çok zor, hatta mümkün değil. Yüz yıldır tutturdukları türküyü ısrarla söylediklerinden kulakları başka seslere de kapalı. “Laiklik, Cumhuriyet, Türk milleti elden gidiyor” bağrışları o kadar gürültülü ve rahatsız edici oluyor ki, genelde kendi seslerinden başka hiçbir sesi bu sebeple işitemiyorlar. İşitseler de, bağnazca yapıştıkları öğretileri değerlendirmeye açamıyorlar.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, PKK’nın silah bırakma töreninin ardından yaptığı ilk açıklama, özellikle sosyal medya platformlarında ve kimi çevrelerde “ümmetçi” bir siyasal anlayışın güncellenmiş versiyonu olarak eleştiri aldı. Erdoğan’ın, beklentisi yüksek tutulan Kızılcahamam’daki konuşmasında “Türk-Kürt-Arap ittifakı” vurguları ön plana çıkmıştı:

“Türk, Kürt, Arap eğer bir aradaysa, birse, beraberse işte o zaman Türk vardır, Kürt vardır, Arap vardır. Ayrıştıklarında, bölündüklerinde, uzaklaştıklarında ise mağlubiyet, hezimet, hüzün vardır. Moğol orduları acımasızca İslam beldelerini yıktı. Çünkü Türk, Kürt, Arap ayrışmıştı. Haçlılar İslam beldelerine saldırdı. Çünkü Türk, Kürt, Arap birbirinden kopmuştu. Birinci Dünya Savaş’ını kaybettik, aramıza sınırlar çizildi, duvarlar örüldü. Kudüs’ü yitirdik çünkü tefrika vardı. Ne zaman ayrıldık, kaybettik, yenildik. Ne zaman ittifak yaptık, o zaman tarihe istikamet çizdik. Bugün Gazze’de, Filistin’de tarihin en acımasız, en vahşi, en barbar soykırımı icra ediliyor. Neden? Çünkü Türk, Kürt, Arap tarih boyunca olduğu gibi bir araya gelip ittifak kuramıyor.”

Açıklamanın içeriği dikkatle okunduğunda, asıl bahsedilenin etnisite farklarını aşan bir halklar dayanışması çağrısı olduğu açıktı. Erdoğan’ın sözleri, coğrafyamızın kadim sorunlarından biri olan parçalanmışlık haline karşı, ABD ve İsrail gibi saldırgan ve sömürgeci yapılara yönelik halkların ortak direncini inşa etme arzusunu barındırmaktaydı. En azından okunan metin bu mesajı taşımaktaydı.

Ortadoğu, özellikle son 20 yılda büyük dönüşümlere sahne oldu. ABD müdahaleleri, Arap Baharı sonrası iç savaşlar ve son olarak Siyonist İsrail’in Gazze’de yürüttüğü sistematik yıkım, bu coğrafyada yaşayan halkların kaderlerinin ne kadar iç içe geçmiş olduğunu bir kez daha gösterdi. Erdoğan’ın açıklamasında altı çizilen şey, tam da bu tarihsel iç içelik hâliydi. “Şam bizim ortak şehrimizdir. Diyarbakır bizim ortak şehrimizdir. Mardin, Musul, Kerkük, Süleymaniye, Erbil, Halep, Hatay, İstanbul, Ankara bizim ortak şehrimizdir.” sözleri, Filistinli halkı katledilirken, Şam’da, Bağdat’ta, Kahire’de ve İstanbul’da acısının hissedilmesinin gerekliliğine bir göndermeydi. Açıkçası bu mesaj, Ümetçilik” adı altında değersizleştirilmemeliydi…

Anlamaya, konuşmaya kapalı muhalif figürler, bu tür açıklamaları Erdoğan’ın geleneksel İslamcı geçmişine bağlayarak, bölgesel gerçeklikten kopuk bir “ümmet fantezisi” olarak yaftaladılar. Küçük çocuklar gibi omuzlarını silkeleyip, “ümmet değil vatandaşlık, yaşasın laik cumhuriyet” diyerek mızmızlandılar. Sanki konuşma mahrem ve gizliymiş gibi, “Gerçek niyeti ortaya çıktı, hakikat teşhir edildi” köpürtmelerinde bulundular.

Aldıkları bu tavır, konuşmada yer bulan halklar arası dayanışmayı anlamamakla kalmıyor; aynı zamanda Ortadoğu’daki halkların ortak acılarına gözlerini kapatmayı da beraberinde getiriyor.

İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’de sürdürdüğü vahşi saldırganlığın sadece Filistin halkını değil; insanlık vicdanını hedef aldığı görülemiyor. Bu saldırganlığın karşısında durmak, artık yalnızca “Filistin davası”na inanmakla sınırlı kabul edilemez. Bugün Gazze’de yok edilen hastaneler, yakılan çocuklar, başlarına bomba yağan aileler, aslında dünyanın tüm mazlum halklarına verilmiş bir gözdağıdır. Erdoğan’ın açıklamaları da bu bağlamda, mezhebi ya da etnik kimliği aşan, zulme karşı ortak bir tavır alma çağrısı şeklinde okunmalıdır.

Bu çağrı bir “Osmanlıcı” yayılmacılıktan veya “mezhepçi” yaklaşımdan ziyade, bölge halklarının, ister Arap, ister Kürt, ister Türk, ister Fars olsun,  birlikte zulme karşı direnme iradesini inşa etmeye yönelik olarak görülmelidir. Öyle düşünülmemişse bile kesinlikle bu zemine çekilmelidir.

Bu çağrının “ümmetçilik” başlığı altında küçümsenmesi, sadece Erdoğan’a yöneltilmiş bir siyasi eleştiri değildir. Aynı zamanda bu çağrının esas muhatapları olan bölge halklarının ortak geleceğine karşı da duyarsızlık anlamı taşımaktadır. İsrail’in Filistin’deki mezalimine karşı tüm bölge halklarının bir araya gelmesi gerektiğine yönelik vurgular, tarihin bu kritik anında değerli ve anlamlıdır.

Bugün Ortadoğu’nun ihtiyacı olan şey, eski hesaplaşmalar değil; yeni bir kardeşlik ufkudur. Mezhebi, etnik ve ideolojik sınırların ötesinde, zulme karşı direnişin ortak dilini kuracak bir vicdan ittifakı şarttır. Bu yaklaşımı “ümmetçilik” diyerek küçümseyenler ise tarihsel bir fırsatı kaçırmaktadır.


Comments are closed.