ABD Başkanı Donald Trump, işgalci İsrail’in parlamentosu olan Knesset’te konuştu. Orada yaşanan sahneler, diplomatik bir törenin ötesine geçti ve insanlığın vicdanında yankılanan bir utanç tablosuna dönüştü. Trump, iki yıldır Gazze’de yürütülen soykırımın mimarlarından biri olarak işgal edilmiş topraklarda, İsrail’de kürsüdeydi. Alkışlar, kahkahalar, tezahüratlar arasında “barışın başkanı” ilan ediliyordu.
Trump, “İsrail’e dünyanın en iyi silahlarını verdik, onlar da çok iyi kullandılar” diyerek, aslında sadece bir askeri destek değil, bir soykırıma ortaklık itirafında da bulunmuştu. Bu cümle, diplomasinin değil, barbarlığın tarihine geçecek nitelikteydi. Kendisini tanrılaştıran bir megaloman edasıyla kurduğu “kazandınız” vurgulu cümlelerin altına aslında büyük bir enkaz süpürülmüştü. O gün hiç konuşulmayan, görülmesi istenmeyen bir enkaz: 70 bin Gazzelinin cansız bedeni ve her yönüyle uygulanan soykırım… Tek gerçek buydu ve konuşulması gereken de aslında bu olmalıydı; harabeye dönüşmüş bir şehir, hayatlarına son verilen on binlerce çocuk, kadın ve dünyanın en uzun süren utancı…
Knesset kürsüsünden yükselen bu kibirli övgülerin ardından Trump, Mısır’ın Şarm el-Şeyh kentinde düzenlenen zirveye geçti. Yine benzer gösteri, aynı sahne: yüzlerce kameranın önünde süslenmiş kürsüler, cümleleri özenle parlatılmış bir “niyet belgesi”. Bu belge, sözde barışı hedefliyordu ama içinde tek bir kez bile “soykırım”, “Filistinli çocuklar”, “Gazze’deki yıkım”, “Savaş suçu” kelimeleri geçmiyordu. Toplantı salonunda onlarca lider vardı; ama hiçbiri, 24 aydır süren bu vahşetin adını bile anamadı.
Trump’ın imzasını taşıyan “Kalıcı Barış ve Refah için Deklarasyon”, aslında bir diplomasi metninden çok bir propaganda broşürü gibiydi. Metin boyunca “barış”, “işbirliği”, “umut” kelimeleri süslü bir perde gibi sıralanıyor ama perdeyi kaldırdığınızda ardında hiçlik duruyordu. Ne hesap soran bir vicdan, ne de adaleti talep eden bir cümle vardı. Bu belge, İsrail’in Gazze’deki saldırılarını meşrulaştıran bir arka planla servis edilmişti. “Barış” derken, kastettikleri ve istenen Filistin’in sessizliğiydi.
Dünya liderleri Trump’ın arkasında dizilip bol bol kameralara gülümsediler. Sanki tarih, insanlık ve yaradan onları izlemiyormuş gibi şuursuzdular. Oysa bu fotoğraf, insanlığın ortak hafızasında yerini çoktan almıştı: Bombalayan, silah veren, desteğini gizleme ihtiyacı bile hissetmeyen efendi ile hiçbir etkileri olmayan silik, iktidarsız figüranlar…
Bu tablo, sadece politik bir suskunluk değil, ahlaki bir çöküştü. Sanki ölenler insan değilmiş gibi, sanki Gazze’deki çocuklar sayılmayı bile hak etmiyormuş gibi davranan, dünya halklarını temsil ettiği iddia edilen sözde liderler…
Batı’nın çifte standardı bir kez daha çıplaklaşmıştı. Aynı Batı, Ukrayna’da tek bir apartman yıkıldığında “savaş suçu” diye ayağa kalkmıştı. Ama Gazze’de yaşananlar sanki “İsrail’in hakkıymış” gibi görülerek hareket ediliyordu. Uluslararası hukuk, güçlülere kalkan, mazlumlara zincir haline gelmişti. Hukukun değil, çıkarın hüküm sürdüğü bir dünya düzeninde adalet artık bir kelimeden ibaretti…
Trump’ın konuşmasında veya Şarm el-Şeyh’teki deklarasyonda tek bir Filistinlinin ismi geçmedi.
Ne Gazze’nin harabeye dönmüş hastaneleri, ne açlıktan ölen çocuklar, ne de bombalanan okullar…
Ama bolca “refah”, “yatırım”, “işbirliği” vardı. Bir halkın yıkımı üzerinden kurulacak yeni bir ekonomik pazarın müjdesini verir gibi sırıtıyordu emlak tüccarı Trump… Onun “barış” vizyonu, bir tür kolonyal yapının modern versiyonu gibiydi. Hazırlanan “Niyet belgesi”, katillerin sebep olduğu kötü kokuların üzerine sıkılmaya çalışılan bir parfümdü adeta…
Peki, bu sahte barışın ardından gerçekten bir ateşkes gelebilir mi? Yoksa İsrail, esirlerini aldıktan sonra yeniden saldırıya mı geçecek? Tarih bize cevap hakkında ipuçları vermekte. İsrail, bugüne kadar imzaladığı hiçbir ateşkese sadık kalmadı. “Çekilme” dediler, duvarlar ördüler. “Ateşkes” dediler, yeni mahalleleri bombaladılar. Bu kez farklı olacağını düşünmek için hiçbir sebep yok. Çünkü 24 aydır hiçbir güç onları durduramadı. Garantör olduğu iddia edilen devletlerin yarın muhtemel bir Siyonist şımarıklığa, arsızlığa cevap verebilecek güçlerinin olduğu söylenebilir mi?
Gazze’nin bize öğrettiği en sarsıcı gerçek, uluslararası sistemin üzerine bina edildiği değerlerin aslında hiç de var olmadığıydı. O, sadece güçlülerin çıkarlarını korumak için tasarlanmış bir vitrindi. İnsani hukuk, ancak güçlünün işine yaradığı kadar işletilen bir tiyatro metniydi. Batı’nın demokrasi ve özgürlük retoriği, Filistin’de tamamen çöktü. Gazze, bu maskeyi düşürdü ve dünyanın yüzündeki o sahte ahlak makyajını kaldırdı.
Knesset’teki konuşmasında kendi zaferini kutlarken, Trump’ın bu insani değerlerin çöküşünü ilan ettiğini gördük. İsrail’in bombaları Gazze’yi yıkarken, ahlakın temellerini de sessiz kalan insanlığın çoğunluğu yıkmış oldu. Küstah liderlerin elinde “barış” kelimesi kirletildi, “insanlık” kelimesi ucuzladı.
Trump ve Netanyahu’nun yan yana gülümseyen fotoğrafı, bir çağın özeti gibi: güçle sarhoş olmuş adamlar ve alkışlayan bir dünya. “İnsanlık, o gün bir kez daha sınıfta kaldı.”