Gazze’yi yıllardır kana bulayan Siyonist İsrail’in saldırgan tavrı yalnızca Filistin topraklarıyla sınırlı değil. Lübnan’dan Yemen’e, Suriye’den İran’a, şimdi de Katar’a kadar coğrafyamız bu azgın saldırgan tavrın kurbanı olmakta… Dünya diplomasi tarihinde kara bir leke olarak hatırlanacak bir olay 9 Eylül 2025 Salı günü yaşandı. İsrail, ateşkes görüşmeleri için Doha’da bulunan Hamas heyetini hedef aldı. Bu saldırı yalnızca bir müzakere heyetine değil, aynı zamanda bölgenin arabuluculuk çabalarına, diplomasiye, Katar’ın egemenliğine ve bölgenin tüm halklarına doğrudan bir saldırıydı.
Diplomasi heyetleri, tarih boyunca savaşların bile durduğu, “dokunulmaz” sayılan ortamlarda görev yapar. İsrail bu saldırısıyla, diplomatik teamülleri ve uluslararası hukuku hiçe sayan açık bir suç daha işledi. Bir ülkenin arabulucu olarak gösterdiği çabanın böylesine aşağılanması, yalnızca Katar’a değil, bölgenin barış ve istikrar arzusuna da hakaretti.
Saldırı, Katar’ın başkenti Doha’da birçok Batılı elçilikle komşu bir bölgede gerçekleşti. Saat 15.35’te Hamas liderlerinin ofisleri ve konutlarının bulunduğu kompleks hedef alındı. Bombalamadan dakikalar önce ikindi namazı için mescide geçen liderlerin kurtulması, bir mucize olarak yorumlanıyor. Buna karşın Hamas yetkililerinden Halil el-Hayya’nın oğlu Hammâm el-Hayya ve büro müdürü Cihad Lebbâd’ın da aralarında bulunduğu beş kişi şehit oldu. Katar İç Güvenlik Birimi’nden bir görevli de saldırıda hayatını kaybetti.
İsrail’in bu tavrı yeni değil. Son iki yılda Filistin, Lübnan, Yemen, Suriye, İran ve şimdi de Katar’a saldıran bir yapıdan söz ediyoruz. Hiçbir uluslararası hukuk normu, hiçbir diplomatik uyarı ve hiçbir insanî değer İsrail’i frenleyemiyor. Gazze’de ve Batı Şeria’da yürüttüğü kuşatma, bombardıman ve sürgün politikaları; Lübnan’daki hedefli suikastlar; Yemen ve Suriye’deki hava saldırıları… Tüm bunlar tek bir şeyi kanıtlıyor: “Durmak istemeyen İsrail’i ancak güç durdurur.”
Doha’daki saldırı, İsrail’in “normalleşme” adı altında yürüttüğü sürecin iç yüzünü de ele veriyor. Abraham Anlaşmaları olarak bilinen ve Körfez ülkeleriyle İsrail’i diplomatik düzleme çekmeye çalışan projelerin artık iflas ettiği açıkça ortaya konmalı. Katar gibi ABD’nin en büyük Ortadoğu üssüne ev sahipliği yapan bir ülkeye saldırmak, İsrail’in ABD ile de girdiği tehlikeli oyunu gösteriyor. Washington, Katar’a “bir daha olmayacak” diye güvence verdi ama aynı anda İsrail’e silah sevkiyatını da sürdürüyor. Bu çelişkili gibi görünen politika, ABD’nin ikili oynadığının ve kendisine asla güvenilmeyeceğinin de kanıtı…
Doha’ya atılan bombalar, Riyad’da, Ankara’da, Kahire’de, Tahran’da ve İslam dünyasının her köşesinde hissedilmeli… Siyonist İsrail Meclis Başkanı paylaştığı videoya, “Bu bütün Orta Doğu’ya bir mesajdır” notunu düştü; mesaj açık değil mi: “İstediğimi istediğim yerde vururum.” Bu saldırı yalnızca Katar’ın ve İslam ülkelerinin değil, tüm insanlığın meselesi olarak görülerek değerlendirilmeli…
Saldırının başarısızlığa uğraması ve müzakere heyetinin hayatta kalması bir moral kaynağı olsa da müzakerenin ruhu ağır yara aldı. Arabuluculuk süreci fiilen çöktü. Katar ve Mısır’ın sürdürdüğü diplomatik çabaların artık bir anlamı kalmadı. Hamas heyetinin ABD’nin son teklifini görüştüğü sırada hedef alınması, Netanyahu hükümetinin ateşkese hiç niyetinin olmadığını; aksine süreci sabote etmeyi amaçladığını tartışmasız biçimde yeniden gösterdi.
Artık uluslararası toplumun İsrail’in pervasız saldırganlığı karşısında somut adımlar atması gerekiyor. BM’den AB’ye, Türkiye’den Mısır’a pek çok ülke saldırıyı kınadı. Ama artık kınama yetmiyor. İsrail’i terbiye edip, Siyonist zihniyetten dünyayı kurtaracak gücün gösterilmesini herkes bekliyor. Bölge ülkeleri bu saldırıyı bir dönüm noktası olarak görmeli ve ortak bir tutum geliştirmeli. İsrail’in “ateş ve kurşundan başka dil konuşmayan” yapısı ancak güçlü ve birleşik bir iradeyle, onun anlayacağı dille sonlandırılabilir.
Bu korkakça suikast girişimi; Filistin halkına yönelik saldırıların derhal durdurulması, işgal ordusunun Gazze’den tamamen çekilmesi, gerçek bir esir takasının gerçekleşmesi, Filistin halkının acil yardım malzemelerine ulaşması ve Gazze’nin yeniden imarına olanak sağlanması taleplerinden Filistin Direnişini vazgeçirmeyecektir. Bu devlet kılıfı altında işlenen terörist saldırılar, direnişi ve bölge halklarının iradesini kıramayacak; tam tersine özgürlük ve adalet talebini daha da güçlendirecektir. Kudüs’ü başkent olduğu egemen ve bağımsız bir Filistin devleti hedefi, her zamankinden daha güçlü bir biçimde yoluna devam edecektir.