Yüzünü ay gibi parlatacak uğraşları olmalı insanın… Hastalıklarını azaltacak, iyi hasletlerini çoğaltacak uğraşları… Dışarıdan bakıldığında, kişideki değişimi hemen fark ettiren, onu parmakla gösterilecek insan yapan uğraşlar… Eşlerin, çocukların, arkadaşların, açıkçası tüm çevrenin farkına varıp şaşırdığı, memnuniyet duyduğu uğraşlar…
İnsan kendi hatalarını, yanlışlarını göremez bazen… Hatalarını görüp onunla mücadele edebilenler zaten erdem sahibi şahsiyetlerdir. Bu kişiler farklıdır, ayrıcalıklıdır… Daima farkında oldukları kusurlarını yenebilmenin, bu zaafların kendilerine baskın gelmesini önleyebilmenin mücadelesi içerisindedirler.
Ancak bu insanların sayısı maalesef azdır. Hatalarla yüzleşebilmek, pişmanlık duymak, vazgeçme iradesi gösterebilmek lüks ve zahmetli bir eğilimdir. Neden zahmetli? Çünkü insan bunu istemez… İstemediği şeyi değiştirmesi de zor ve zahmetli gelir ona…
Bencildir; ama bundan aldığı haz onu bundan kopartamaz. Çıkarcıdır; ama bunun üzerinden elde ettiği fayda onu bundan da kopartamaz. Miskin ve uyuşuktur; cesaretsizliği ve vazgeçmişliği onun silkelenmesine engel olur. Entrika, yalan ve aldatma en büyük geçim kaynağı olduğundan ondan da kopamaz, ayrılamaz. Kiminin de dünya hırsı gözünü kör etmiştir; bu hırsın kazanımlarının sarhoşluğuyla ayılmak, uyanmak istemez. Tüm bunlar, insanın seviyesini, kalitesini düşüren hallerdir.
İnsanın temizlenip arınabilmesi için gönül ve zihin devrimine ihtiyacı vardır. Kutsal kitaplar ve peygamberler aslında bu devrimi gerçekleştirmeleri için insanlığa gönderilmişlerdir. Ayetler, seçkin elçilerin örnekliği, uyarılar ve nasihatler, yaratılmış özel bir varlık olan insanı şerefli, kıymetli mertebeye yükseltmek içindir. İyi arkadaşlar, kardeşlikler ve “biz” olmanın gereği de budur… Cem olmak, cemaat olmak da bunun içindir.
Bizlere konuşan, bizlere söyleyen, uyandırmak, arındırmak için ikaz edenlerdir bunlar… Birbirlerine kusurlarını hikmetlice söylemeyende hayır yoktur; hikmetlice söylenmiş bir söze, uyarıya nefsine uyup kulak vermeyende de hayır yoktur.
İnsanlar birbirlerine kusurlarını neden söyleyemezler? Kırılmasınlar diye mi? Ondan elde ettiği bir faydayı kaybetme endişesinden mi? Muhatabının kendisini anlamaya kapatmış olduğunu düşünüp, dinlemeden itiraz gösteren kabul etmeyen tavrından mı?
Bilemedim… Eğer sebepler bunlarsa eyvah ki ne eyvah… Hangi seçenek olursa olsun yanlışa, hataya, insani, islami değerlere isyana sessizlik ortaklık değil midir? Görüp de bir şey olmamış gibi onunla yaşamaya devam etmek pasiflik ve nifak alameti değil midir?
Velhasıl ilim, bilgi ve birliktelik ayna tutmak, ayna olmaktır. Kişinin soluduğu yeni atmosfer, girdiği yeni ortam, işittiği yeni bilgi onda görünür değişiklikler sağlıyor mu? Halinde, tavrında, duruşunda, yaşamında fark edilip anlaşılıyor mu? Muhasebesi yapılması gereken budur.
İnsan bu muhasebe sonucunda eğer kendisini bile inandıramıyorsa, kendisine katılanı veya kendisinden ayrılanı, uzaklaşanı seçemiyorsa, dağılma artık had safhada demektir. Fayda görmek için bulunulan ortamlarda yer kaplayan da artık sadece zoraki taşınan cesetler ve bedenlerdir.
Hele bir de elde ettiği kazanımı bir başkasına ulaştırma heyecanına sahip değilse, anlamsızlığın girdabına kendisini iyice kaptırmış demektir. Artık, kapakları açık gözler vardır belki ama ışığı sönmüştür. Gördükleri, işittikleri yüktür artık onun için… Kurtulmak istediği, ama hemen de kurtulamadığı bir yük…
Kuralsızlık bir hastalıktır; kuralı “kendi” görmek de… Düzensizlik bir hastalıktır; düzeni “kendi” görmek de… İnsanların birbirlerini görmesi, merak etmesi, düşünmesi, sorması insanlıktır… Hiçbir dünyevi sebep bu insanca tavrı erteleyecek bir bahane olamaz. Güneş çıkınca, yağmur dinince yük görülüp elden ilk fırlatılan şemsiyedir. Sadakat, vefa işte böyle biter…
İnsan insana bu muameleyi reva görmemeli…
Allah’ım… Gözlerimizi kapalı, kulaklarımızı tıkalı, kalplerimizi taş gibi kılma… Bizi hatamızla yüzleşen, kusurunu örtmeyen, kardeşine ayna olmayı yük değil nimet bilenlerden eyle… Ay gibi parlayan yüzlere, tertemiz kalplere, doğru yolda sabit duran adımlara bizi de dâhil et.