May
22
Gönderen: admin, Makale, Mayıs-22-2025

Filistin Diplomasi Merkezi “80 Günlük Sistematik Aç Bırakma Politikası” başlığıyla bir rapor yayımladı. Raporda, Gazze Şeridi’nde süregiden insani krizin, savaşın yan etkisi ya da abluka uygulamasının doğal sonucu olarak değil, doğrudan bir soykırım stratejisininparçası olarak değerlendirildiğine işaret ediliyor. İşgalci İsrail’in 80 günü aşkın süredir sınır kapılarını tamamen kapatarak temel gıda ve insani yardım malzemelerinin girişini sistematik biçimde engellemesi, sivil halka yönelik kasıtlı bir aç bırakma politikasına dönüştü. Bu durumun, hem uluslararası hukuka hem de insanlık vicdanına bir meydan okuma olduğu da çok açık…

Gazze’de yaşananlar, 1948 Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi uyarınca tanımlanan soykırım suçunun temel unsurlarını taşımakta… Sözleşmenin 2. maddesi, belirli bir grubu kasten yok etmeye yönelik eylemleri soykırım olarak tanımlar ve bu eylemler arasında “grubun yaşam koşullarını kasten yok olmalarına yol açacak şekilde kötüleştirmek” ifadesi açıkça yer alır. Gazze’de 2,4 milyon sivilin, özellikle 1,1 milyon çocuğun açlık ve yoksunlukla karşı karşıya bırakılması, bu tanımın doğrudan karşılığıdır.

İşgalci İsrail’in günde ortalama 500 yardım kamyonu ihtiyacı olan Gazze’ye 80 gün boyunca yalnızca birkaç sembolik yardım geçişine izin vermesi, bu durumun ölümün ve yıkımın bir aracı olarak kullanıldığını gösteriyor. Emirliklerin, Körfez ülkelerinin, halkı Müslüman devletlerin veUluslararası toplumun sessizliği, bu suça pasif ya da aktif ortaklık anlamına gelmekte… ABD’nin yardım girişimlerinde bulunuyor gözükmesinin Gazze’de hiçbir karşılığı bulunmuyor. Bu çıkışlar ve söylem düzeyinde kalan açıklamalar, sahadaki gerçekliği değiştirmemekte; aksine, İsrail’in politikalarına örtülü meşruiyet sağlamakta…

Bu soykırım, insanlık tarihinin en kara lekelerinden biri olmaya halen devam ediyor. Sadece fiziksel yıkımla sınırlı kalmayıp, toplumların kültürel, psikolojik ve sosyal dokularını da derinden zedeliyor. Bu tür insanlık suçlarının işlenmesi ve yetki sahiplerinin seyirci kalması, insan haklarına olan inancı yok etmekte, küresel barış ve adaletin temelini de sarsmakta…

İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarında uyguladığı sistematik soykırım, uluslararası hukukun, devletlerin sorumluluklarının ve bireysel vicdanların sınandığı bir alan oldu. Oysa insanlık, tarihsel acıların tekrarlanmaması için mağdur halkların haklarını korumalı ve bu trajedinin önlenmesi için küresel bir dayanışma içinde hareket etmeliydi…

Gazze halkının yaşadığı travma kuşaklar boyunca sürecek, yükselen çığlıklar, feryatlar ve yansıyan görüntüler hiçbir şey olmamış gibi bakanların peşini bir ömür bırakmayacak, insanlığın ortak vicdanında silinmeyecek izler kalacaktır.

Soykırımın önlenmesi ve adaletin sağlanması, sadece mağdurlar için değil, tüm insanlık için hayati bir mesele… Uluslararası sözleşmelere taraf bir ülke olan Türkiye de soykırımı önleme yükümlülüğüne sahip olduğundan daha girişimci ve kararlı adımlar atmalı… Türkiye’nin üzerine düşen görevler sadece diplomasiyle sınırlı kalmamalı; uluslararası insan hakları sözleşmelerine taraf olarak insanlığı koruma ve aynı zamanda insan hakları ihlallerini önleme yükümlülüğünü yerine getirmelidir.

Özellikle Türkiye-İsrail çifte vatandaşlığı taşıyan kişilerden soykırım suçlarına karışanlar tespit edilmeli ve adli süreçler işletilmeli… Türkiye, bu konuda mevzuatını güçlendirerek suçluların cezalandırılmasına öncülük etmeli… Ayrıca, Türkiye’de yaşayan veya Türkiye vatandaşı olan kişiler üzerinden soykırımın desteklenmesi veya suç unsurlarının işlenmesi engellenmeli…

Sivil toplum kuruluşları ve insan hakları aktivistleri denetleyici ve bir baskı unsuru olarak işlev görüyor. Soykırıma karışan, onun bir parçası olan veya Filistin direnişini aşağılayıp soykırıma karşı en ufak bir ses çıkarmayan kişilerin bu ülkede rahatça meydan okumalarına fırsat verilmemesi için çaba harcıyorlar. Soykırımcı İsrail Ordusunda askerlik yaptığını itiraf eden ve 7 Ekim sonrası zulme ve soykırıma en küçük ses çıkarmayan “Linet” gibi isimlerde bu ülkede iffetsizliğin ve soykırımın görünür yüzü olmamalıdır.

Sanat, zulme karşı direnişte bir araçtır. Mazlumun yanında duran herkesle dayanışma sürmelidir. Vicdan sahibi herkes, insanlık suçu işleyenlerin cezalandırılması için sesini yükseltmeli, zulme karşı durmalıdır. Aksi takdirde, Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi, “Unutulan soykırımlar tekrarlanır” gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalınacaktır.


Comments are closed.