Eki
02
Gönderen: admin, Makale, Ekim-2-2014

Hızlı gelişen, açıklaması zor tuhaflıkların yaşandığı uygulamalara şahit olduk. Haklarında idama denk gelen ağırlaştırılmış müebbet cezaları çıkan darbeden yargılanan sanıklar geçtiğimiz günlerde bir bir serbest bırakıldı.

Sadece onlar değildi serbest kalanlar. Çete kurmak ve bunu şike yaparak haksız kazanç elde etmek için kullanan kişiler de bu serbestlikten faydalandılar.

Uzunca bir dönem ağır ithamlarla ekranların önüne çıkarılan ve yüz kızartıcı işleyişlerin kendilerine yakıştırıldığı kişileri kapsayan salı vermeler, nedense islami kimliğinden ötürü ceza alan Müslümanlarla ilgili gündeme getirilmedi.

Hiçbir şiddet eylemine başvurmamış, sadece inandığı değerlere göre bir toplum inşa etmek isteyen onlarca Müslüman uzun yılları kapsayan cezalarla hapis yatmaya devam ediyor.

Metin Kaplan, Hizb-ut Tahrir sanıkları ve niceleri adeta zindanlarda unutulmuş yatmaktalar. Son 10 yılı tecrit altında olmak üzere 14 yıldır cezaevinde olan Salih Mirzabeyoğlu serbest kalmasına rağmen “infazına devam” kararı ile yeniden zindana dönmekle karşı karşıya…

50’den fazla ülkede faaliyet gösteren ve 1960’lı yıllardan itibaren Türkiye’de çalışmalara başladığı bilinen ve küresel İslami bir parti olan Hizb-ut Tahrir’in mensuplarının yıllardır bu topraklarda yaşadıkları da nedense gündeme getirilmiyor.

Allah’ın indirdiği hükümler ile yönetilmeyi talep eden, Ümmet, Halife kavramlarına yoğun vurgular yapan hareketin üyeleri komik gerekçelerle 40 yılı aşkındır ağır zulümler görüyor.

1968’de Türk kültürünü ortadan kaldırma teşebbüsü ve 2000’de Manevi Cebir (nasıl birşeyse)  kullanarak devleti yıkmaya çalışmak suçlamaları ile karşı karşıya kalan örgüt mensupları, 2005’de “Türkiye Cumhuriyeti demokratik yollar ile halkın desteğini ve sempatisini kazanarak yıkılması mümkün değildir. Bunun için bir gün mutlaka şiddete başvuracaklar. Onun için Terör Örgütü kapsamında yargılama yapılması gerekir” gibi komik iddialarla mahkûmiyetler yaşadı.

2008’de ise “Şu anda cebir ve şiddet kullanmıyorlar ama Raşid-i Hilafet Devleti kurulduktan sonra Hıristiyanlarla savaşacaklar. Dolayısıyla o zaman silaha başvuracaklar.” gibi akıl almaz içtihatlarla cezalara maruz kalındı.

“Üye olma, yöneticilik yapma, sohbetler düzenleme, piknik tertip etme, yazılar yazıp yayınlatma, devletin resmi bayramlarına alternatif konferanslar düzenleme, ortak mail adresleri oluşturarak internet üzerinden haberleşmek” gibi “AĞIR” suçlarla yargılanan Müslümanlar, 2011’de 117 yıl, 2012’de 30 yıl, 2013’de görülen davalarda ise 119, 42,5 ve 67,5 yıl gibi ağır cezalara çarptırıldılar.

Darbe anayasaları ve darbe kanunları üzerinde yapılan bir çok düzenleme ve tadilata, çıkarılan onca yargı reformu ve Avrupa Birliği uyum yasalarına rağmen, Müslüman tutsaklar için hiçbir iyileştirme gündeme getirilmemiştir. Hatta hukuksuzluklar giderek artmıştır.

Bizler, gerek geçmişteki laik-Kemalist zihniyet, gerekse günümüzde kumpas-paralel olarak adlandırılan anlayış olsun, Müslümanlar üzerindeki haksızlıkların Cumhuriyet tarihi boyunca süregeldiğini bilmekteyiz. Kanunlar, reformlar, paketler ve yeniliklerin, Müslümanlara daima olumsuz sonuçlar verdiği açıktır. Bunda elbette küresel güçlerin coğrafyamıza yönelik politikaları ve tehdit algılamalarının da önemli bir payı bulunmaktadır.

Yeni dönem olarak ifade edilen şu zeminde İslami kimliğe yönelik baskı ve suçlamalara bir an önce son verilmeli, Kur’an’a iman eden, Müslüman olmaktan şeref duyan ve kendisinin, çevresinin, ülkesinin bu yüce değerlerle yönetilmesini arzu edenlerin üzerindeki baskı ve yıldırma politikaları bitirilmelidir.

Ayrıca, bu inancın suç olarak görülmesinin kabul edilemezliğini kendisini Müslüman olarak ifade eden insanlar da fark etmeli, saflarını, tercihlerini yapmalıdırlar.

Sadece Hizb-ut Tahrir değil, hem Laik Kemalist yapının 28 Şubat ve öncesi dönemde hem de paralel diye adlandırılan devlet içindeki yapının bu dönemde hâksiz yere cezaya mahkûm ettiği Müslümanlar hakkında acilen yeniden yargılamanın yolu açılması gündeme getirilmelidir.

Bu, düşmandan merhamet dilenmek değil, en azından kendi inandığı değerlere sadakat gösterip iç tutarlılığını göstermesini beklemektir.


Comments are closed.