Haz
21
Gönderen: admin, Konuşma, Haziran-21-2009

İşgalci, emperyalist zihniyet, işgal ettikleri topraklardaki varlığını devem ettirebilmek için daima toplumu ikna edecek bahaneler geliştirme ihtiyacı hissetmiştir, hissetmektedir. Gerek kendi gerekse dünya kamuoyunu, neden savaştığı, öldürdüğü konusunda ikna etmeye çalışır. İkna edici delillerin ortaya çıkabilmesi için ortam hazırlar veya sahte kurgularla toplumu maniple etme yoluna gider. Kontrolü altında bulunan sihirli bir güç olan medyayı bu yönde etkili bir şekilde kullanır. O cam ekranın mutlak doğruculuğu üzerine bir seyir gerçekleştiren zihinler evlatlarının, kendi ülkesinin sebep olduğu tahribatı değerlendiremez hale gelir. Sadece o görüntüler zihnine kazınmış ve o istikamete odaklandırılmıştır çünkü… Bu adeta bir hipnoz, uyuşturulma-uyutulma halidir.

Tabii ki bu bir bahane mazeret işlevi görmeyecektir. Akledebilme yeteneğine sahip insanoğlu bunu kullanamadığı oranda sorumlu olacaktır. Gördüğü görüntüler, manzaralar karşısındaki tutumu, birazda öyle olmasını istemesi, o şekilde inandığının karşılığıdır. Bu tablo sadece kendini kandırabilme dayanağına tutunmasını sağlar. Mesuliyetini ve sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.

1999 Rus işgalinde bunu açıkça gördük. Rusya o dönem Şamil Basayev ve arkadaşlarının Dağıstan operasyonunu, Grozni’ye girme gerekçesi olarak kullanmıştı. Rusya, bir önceki savaştaki yenilgisinin acısını çıkarmak ve Kafkasya’daki yüzyıllık projelerinin gereği olarak yapmış olduğu yığınak ve hazırlıkları başlatabilmenin sebebi olarak bu operasyonları göstermişti. Ve maalesef çoğu ses bu koroya katılarak eşlik etti. Bir şehrin, bölgenin gözü dönmüşçesine yakıp yıkılması, insanların evlerinin basılması, gençlerin tankın arkasına bağlanarak sürüklenmesi, kadınların namuslarına el uzatılması, 50bini çocuk 350bin kişinin öldürülmesi, 80bin kişinin sakat kalması, 10binlerce kişinin ortadan kaybolması ve 250bin insanın mülteci konumuna düşmesi “ah Dağıstan’a neden girdiler” homurdanmaları ile yorumlandı.

Irak işgallerinde de aynı plan uygulandı. Birinci Irak işgalinde karabatak kuşlarının petrole boyanmış görüntülerini dünyaya servis eden medya, hayvanlara, doğaya karşı olan bir adamın ülkesinin yakılması, insanlarının öldürülmesini adeta meşru gösteriyordu. Tv.’lerden çekirdek çıtlatarak seyredilen o ışık huzmelerinin bilançosu da 200bin kişinin öldürülmesiydi. Daha sonra ambargodan dolayı gerekli beslenme ve tedavi olanakları bulamadığı için ölenlerin sayısı bu rakamlara tabii ki dahil değil.

Irak’ın 2003 yılındaki işgalinde ise kamuoyu farklı gerekçelere yönlendirildi. Kurgulanmış görüntülerle kamyonların taşıdığı iddia edilen nükleer çalışmalar basın önünde sergilendi. ABD, İkiz kulelerin acısını unutamayan halkına Saddam’ın El-kaide ile ilişkisinin olduğunu söyleyerek işgaline kamuoyu desteği bulmaya çalıştı. Daha sonraları bu nükleer çalışmalara rastlanmadığı, Saddam’ın kaide ile bir ilişkisine kanıt bulunamadığı itirafı yapılsa da bu masum!!! İtirafın sonucu : Harap edilmiş bir ülke, onuru yıkılmış bir halk, 1milyona yakın ölü, 15bin kayıp, 1,5 milyonu aşkın mülteci…

Son Gazze katliamını hatırlayın. HAMAS yerleşim yerlerine füze atarak anlaşmayı bozdu propagandasından insanlar etkilenmedi mi? Siyonist faaliyetler, İsrail’in o topraklardaki varlığı unutulmuş gibi ağır bir ambargoyla cezalandırılan Gazze halkının gözlerinin önünde imkansızlıktan evlatlarının ölmesine seyirci kalması mı bekleniyordu. Ayrıca ilk saldırıyı İsrail gerçekleştirmiş ve 5 HAMAS polisini şehit etmişti.

Son Pakistan-Afganistan sınır bölgesinde gerçekleşen saldırılarda da benzer gelişmelere şahit olduk. Bir Svat bölgesindeki aşiretlerle, Pakistan hükümeti arasında geçen şubatta imzalanan şeriat anlaşması sonucunda özellikle batı medyasına 17 yaşındaki bir kızın kırbaçlanma görüntüleri servis edildi. Kimlerin yaptığı bilinmeyen ve cep telefonuyla çekilerek batı TV’lerinde defalarca yayınlanan görüntülerle, bu insanların öldürülmeyi hak ettikleri imajı oluşturuldu. Gerek devlete yakın gerekse İslamcı kesimler bu görüntülerin şeriat anlaşmasından hemen sonra ortaya çıkartıldığını ve gerçekliğinin olmadığı yönünde açıklamalar yapsalar da görüntüler video sitelerine kadar yayılmıştı…

Ayrıca Pakistan hükümetiyle bölge cemaatleri arasındaki anlaşmanın bu gruplar tarafından bozulduğu iddia edildi. Söz vermelerine rağmen Svat dışına taşıp faaliyetlerini genişletmeye çalıştıkları, bitişik Buner bölgesini işgal ettikleri ve sabrı taşırdıkları yazıldı. Oysaki ortada bir anlaşma vardı ve bozan taraf bölge cemaatleri değildi. Zerdari ile bölge arasında bir anlaşma yapılan İslam hukukuna geçiş anlaşmasına göre  kadılar yeniden atanacaktı. Bu kadılar devletin merkezi tarafından İslamad’tan atansa da, Svat’taki yönetime danışılması gerekiyordu. Fakat Zerdari’nin baskın seküler algısı buna engel oldu. Zerdari hükümeti, bölge hükümetiyle yaptığı anlaşmanın son bendi olan Şer’i temyiz mahkemesi kurulması ve Taliban’la danışmalı olarak hakimlerinin atanması maddesinin uygulanmasını durdurdu.  Çıkarılan liste Svat’ın yerli halkından bağımsız hazırlandı. Bu oldu bitti Svat halkında “oyuna mı getiriliyoruz” endişesini oluşturdu ve ortam gerildi.

Yapılan Şeriat Anlaşmasından ABD Rahatsız Oldu.
Ayrıca anlaşmaya ilk itiraz eden ABD olmuştu. ABD, “bu anlaşma Talibanın hareketini güçlendirecektir” diyerek rahatsızlığını ortaya koydu. Amerikan yönetimi basın borularını üfürmeye başladı ve anlaşmayı silahlı güçlerin önünde boyun eğmek olarak nitelendiren, Pakistan hükümetini, başkenti ele geçirmek üzere olan silahlı güçleri ve Pakistan ile nükleer silahına karşı gerçek bir tehlikeye dönüşen Pakistan Talibanı’nı kontrol altına almakta başarısız kalmakla suçlayan resmi açıklamalarını yağdırdı. Sonra da Amerikan güçleri ya da bazı meçhul unsurlar bölgeye baskın ya da silahlı saldırı düzenlediler. Anlaşmanın bentleri daha uygulamaya konmadan ya da tamamlanmadan sadece kağıt üzerinde mürekkep olarak kaldı. (Abdulgaffar Aziz: Pakistanlı yazar ve siyasetçi.)

Pakistanlı yazar ve siyasetçi Abdulgaffar Aziz, “Amerikan güçleri bombalamadık bir ev, okul, düğün töreni, başsağlığı töreni bırakmadı. Ardından da suçu Pakistan Talibanı üzerine atarak işten sıyrılmanın yolunu buldu. Oysa bilindiği üzere bu gruplar sivilleri değil ya sadece Amerikan güçlerini ya da Amerikan güçleriyle beraber olan Pakistan güçlerini hedef almaktadır. Diğer yandan Pakistan hükümeti de silahlı gruplarla yapılan anlaşmaları daima askıya almış ya da yarıda bırakmıştır. Bu nedenle sonuç yine de Amerika’nın istediği yönde olmuştur.” değerlendirmesiyle bu yalan dolu kurguları gözler önüne sermiştir.

Time dergisi de yaptığı bir haberde,  operasyonların arkasında Amerikan Haberalma Örgütü CIA’nın olduğunu idda etmiştir. Çünkü CIA, bölgedeki varlığını bu ölüm makinaları eliyle belli ediyor. Ayrıca derginin dikkat çektiği bir diğer nokta, eski başkan George Bush döneminde insansız uçaklar ile yapılan operasyonların, Obama’nın başkan olmasıyla birlikte daha da yoğunlaşması…  Halkın, insansız uçaklara ilginç bir isim verdiği de belirtiliyor: “Kızıl Arılar.” 40 saat yakıt almaksızın havada kalabilen bu ölüm makinelerinin sesine artık bölge halkı aşina ama bu “Kızıl Arılar” hergün onlarca insanın canını yakmaya devam ediyor. Dergi, bölge suçlanmaya başladığından beri  ”Önemli Hedef” adı altında Amerikan uçakları özellikle de pilotsuz uçaklar saldırılarını bu bölgeye yöneltir oldu, O kadar ki ölü sayısı 15 bini aştı. ”Önemli Hedef” bahanesiyle bombalanmadık ne bir okul ne bir düğün töreni ne de bir başsağlığı töreni bırakıldı.” diyor.

Saldırıların Asıl Sebebi, ABD’nin Afganistan’da Kaybetmesidir. Bu Proje, ABD’nin Yenilgisine Sebep Olan Unsurları Ve O Unsurları Besleyen Ortamı Dağıtmak Ve İmha Etme Projesidir.
2001 yılında Taliban’ın ABD liderliğindeki işgalle güçten uzaklaştırılması sonucunda herkes Taliban’ın dağıtıldığını, askeri kurumları merkezi bir güçten yoksun olan güçlerin sayısının birkaç binle sınırlı kalacağını düşündü. Kimse Afganistan’da küçük bir direnişten fazlasını beklemedi.

Ancak hesapların yanlış olduğu 4 yıl sonra hala devam eden direnişle anlaşıldı. Taliban yeniden toplandı ve 2006 baharındaki genel taarruzuyla eski gücüne yeniden döndü. Başta güney Afganistan olmak üzere güç kazandılar. Bölge aşiretleriyle ABD’ye karşı savaşmak için anlaşmalar yaptılar.
Bu zamandan sonra Batı istihbaratı, ABD ve İslamabad yönetimi Afganistan’daki bu direnişin fitilinin Pakistan’dan ateşlendiğini artık görmeye başladı.

Cihad Ruhu Yayılıyor Ve Rahatsız Ediyor.
Bölgede yayılma istidadı gösteren şey, sayısal bir kitleleşme değildir. Bir zihniyet ve bu zihniyetin tezahürü olan direnme, cihad bilincidir.  Bu zihniyet Afganistan’daki kabile ve hizip savaşlarını büyük ölçüde engellemeyi başarmış diri bir mesaja sahiptir. Taliban iktidarda kaldığı 5 yıl boyunca ülkede huzur ve sükunu tesis etmiş, asırlardır kavgalı olan Veziri ve Peştun kabilelerini “inanç ve eylem” temelinde birleştirmeyi başarmıştır. Hiçbir zaman merkezi bir otorite tarafından yönetilemeyen bu kabileler, Taliban’ın “şeriatın ve adaletin ikamesi ve Haçlılarla mücadele” sloganı etrafında birleşmişlerdir.

ABD’nin Afganistan-Pakistan temsilcisi Richard Holbrooke’ın Afganistan sorununun Obama yönetiminin önceliklerinin başında olduğunu açıklaması bu endişelerden kaynaklanmaktadır. Empeyalist kafir güçlere karşı Cihad etme bilincinin Afganistan-Pakistan sınırının iki tarafında İslamabad’a yaklaşacak şekilde genişlemesi, ABD için cepheyi arttırma riskini taşımaktadır. Afganistan’da bir batağa girmiş olan ABD, nükleer çalışmaları olan Pakistan’ın İslamileşerek tehlike oluşturabileceği kaygısını taşımaktadır.

Bölge, Afganistan Cihadını Besleyen Bir Yer.
Afganistan-Pakistan sınır bölgesinde yayılan direniş bilinci sonucunda NATO’nun Afganistan’daki birliklerine  tedarik sağlayan konvoyları alı konmaya, imha edilmeye başlandı.
Afganistan’a ikmal sağlayan NATO konvoylarının %80’inin geçiş yolu olan Hayber kabile bölgesi tamamen mücahitlerin eline geçmiş durumda… Yine Kunar, Nuristan ve Kapisa eyaletleri boyunca başkent Kabil’e uzanan tüm yolların üzerinde bulunduğu ve Afganistan için stratejik birer koridor olan Mohmand ve Bajur kabile bölgeleri tamamen mücahitlerin kontrolünde…
Bu kontrol,  2008’in sonlarına doğru artık NATO’nun Afganistan’a yönelik ikmal yolunu kullanılamaz hale getirmiştir. Tüm bu alanların kontrolünü kaybeden NATO şimdi Merkez Asya’dan Afganistan’a girmek için alternatif yollar keşfetmeye çalışmaktadır.

Kaybeden ABD, Pakistan Ve Afganisan’ı Savaşa Aktif Olarak Katmak İstiyor.
Bu gelişmeler sonucunda Barak OBAMA, Irak’tan askerlerini çekeceğini ve Afganistan’a kaydıracağını vaat ederek seçimleri kazanmıştır. Ve geçtiğimiz aylarda yaptığı açıklamayla yeni Afganistan- Pakistan planını ortaya koymuş, bu bölgedeki 5 yıllık stratejisini çizmiştir.

Bu plana göre, Pakistan’a beş yılda toplam 7,5 milyar dolar kaynak aktarılırken, Afgan polis ve askerinin eğitimi için 4 bin asker daha gönderilecek. Obama, amaçlarını, ‘Pakistan ve Afganistan’daki El Kaide’yi bölmek, dağıtmak ve imha etmek ve gelecekte herhangi bir ülkede yeniden faaliyet göstermesini engellemektir’ şeklinde açıklamıştır.
Obama, ana hedefinin, bölgedeki asker sayısını artırarak, ‘bölgedeki El Kaide’yi bitirmek’ olduğunu söylemiştir.

Obama, ‘Afganistan ve Pakistan’daki durumlar, giderek daha vahim bir hal alıyor. Bölgedeki radikal güçler, ABD ve dünyaya büyük bir tehdit unsuru oluşturuyor. Bombalar ve kurşunlar El Kaide ve Taliban’a karşı mücadelede yeterli olmaz. Bu nedenle, Pakistan’a önümüzdeki beş yıl boyunca toplam 7,5 milyar dolar kaynak aktarılacaktır.’ diyerek içerisinde bulunduğu durumun vahametini itiraf etmiştir.

Bu yardımlarla beraber ABD, NATO üyesi ülkelere de Afganistan’da kendilerine daha fazla destek vermeleri çağrısında bulunmuştur.
ABD’nin Obama ile açıkladığı Afganistan planına göre, Afganistan’a bu yıl içinde gönderilecek 4 bin asker dışında, daha önce açıklandığı gibi ülkeye 17 bin ek Amerikan askeri de gönderilecek. Bunlar halen ülkede bulunan 38 bin Amerikan ve 30 bin NATO askerine katılacak. Ek kuvvetin büyük bölümünün, çatışmaların en yoğun olduğu güney eyaletleri ve sınır boylarında konuşlandırılması bekleniyor.

Rüşveti Alan Zerdari Topraklarını Bombalamaya Başladı.
7,5 milyar dolarlık rüşveti garantileyen Zerdari için artık ülkedeki dengeleri gözetme endişesi de kalmamıştır. Küresel Emperyalizm, etki alanı giderek daralan Zerdari’ye yükselen İslamcılığı yok etmek için açık bir çek vermiştir. İslam dünyasındaki tek nükleer güce sahip bir ülkenin İslamcıların kontrolüne geçmesi, başta ABD ve İngiltere olmak üzere Batılı güçlerin uykularını kaçırmaktadır. Pakistan yönetiminin Svat Vadisine başlatıp bölgeye yayacağını ilan ettiği saldırılar bu temele dayanmaktadır.

Peş peşe Gerçekleşen Üçlü Zirvelerin Gündemi Aynı : TERÖR!!!(DİRENİŞ)
ABD bölgede yaşamış olduğu yenilginin telaşıyla Afganistan’ın atanmış Kabil yönetimini ve Pakistan’ı direniş gruplarına karşı daha aktif olmaları konusunda uyarmış, bu gerçek bir dizi zirve toplantılarıyla kamuoyuna deklare edilmiştir. Bu zirveler iki ay içerisinde Afganistan ile sınırı olan bir ülke başkenti Tahran, ABD’nin Ortadoğu projelerinin uygulayıcılığını kabul etmiş olan Ankara ve işgalin beyni Washington’da gerçekleştirilmiştir. Bu her üç zirvede de ortak mesajlar verilmiş, terörizm, istihbarat ve güvenlik konusunda işbirliği yapılacağı hususunda mutabakat sağlanmıştır.

 1 Nisan’da Ankara’da başlayan üçlü zirveler, 7 Mayıs’da Washington, 24 Mayıs’ta Tahran’da gerçekleştirilmiştir.
Bu toplantıların Washington ayağında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama, Pakistan ve Afganistan liderlerinin, Taliban ve El-Kaide’ye karşı daha etkin mücadele sözü verdiklerini açıklamış, bu açıklamaların gölgesinde Svat bölgesi bombalanmaya başlanmıştı…  Hatta Obama yönetimi Pakistan Talibanı’na karşı düzenlenen operasyonları memnuniyetle karşıladığını da bu dönemde açıkladı.

Özetle :
Pakistan’ın Kuzey batı eyaletinin önemli bir bölümü işgale karşı direnen grupların kontrolüne geçmiş, bu gruplar 2008’in sonlarına doğru NATO’nun Afganistan’a ikmal gücünü kırmaya yönelik başarılı operasyonlar gerçekleştirmiş ve böylece Taliban’ın Afganistan’da kazanma sürecine hız katmışlardır.
Etkili bir İngiliz think-tank kurumu olan Senlis Konseyi’nin (şimdiki adıyla Uluslararası Güvenlik ve Geliştirme Konseyi) raporuna göre 2007’de Taliban’ın kontrolünde olan Afgan topraklarının oranı %54 iken 2008 yılında bu oran %72’ye yükselmiştir.

Şimdi hesaplarımızı ve tavrımızı gözden geçirmeli, emperyalist güçler ve işgal politikalarının yanında mı, yoksa direnen mücahitlerin tarafında mı olunacağına karar verilmelidir. Ortaya püskürtülerek oluşturulan sisli ortam yok olduğunda, utanılacak bir hamlenin tarafında gözükmekten sakınmalı, sevdiklerimiz ile beraber olunacağı ikazı hatırdan çıkmamalıdır.

( Svat Paneli Konuşma Notları)


Comments are closed.