Tem
07
Gönderen: admin, Röportaj, RP Yapılan, Temmuz-7-2010

– Mavi Marmara gemisinde yolculuk yapmak ne anlama geliyor?
Dünyevileşmenin, konfor hastalığının ve bireyselleşmenin alabildiğine yaygınlaşmış olduğu günümüz dünyasında, bu gemide bulunan insanlar yeniden yardımlaşmayı, fedâkârlığı, sevgiyi dünyaya öğrettiler. Tarihin her döneminde ve dünyanın her yerinde zûlüm ve haksızlık olarak tanımlanabilecek her türlü zorbalığa karşı, buradaki insanlar adaleti ve dayanışmayı tercih ettiler. Bu vasıflar temel insanî vasıflardır. Müslüman olmayan katılımcılar, kendi insanları üzerinde egemenlik kurmuş idarecilerinin politik aldatmacalarına ve hayatı kuşatan tüm oyalayıcı etkenlere karşı bir onurlu duruş sergilemişlerdir. Bunlar kendi refah ve seküler toplumları içinde böyle erdemli insanların da var olduğunu ortaya koymuşlardır. Biz Müslümanlar açısından ise bu adımın ibadet olduğu aşikardır. Müslümanların hayattaki her ameli, ibadettir. Allâh rızası için yapılan her eylem, ibadettir. Böyle bir organizasyona katılmayı ibadet olarak gördüğüm için orada bulundum. Ve bir eylemi net bir ibadet olarak görürseniz, ondan doğan sonuçlara boyutu ne olursa olsun dayanabiliyorsunuz.

– Gemiye binmeden önce Siyonistlerin müdahale edebileceğini düşünüyor muydunuz?
Ben İsrail’in katliam yaparak bu gemileri durdurabileceğini düşünmüyordum. Üç ihtimal vardı zihnimde… İlk ihtimal, siyonist donanmasının gemilerimizi sıkıştırarak durdurup Aşdod limanına zorla çekmesi ve gemilere el koyarak bizleri sınır dışı etmesiydi. ikincisi, Uluslar arası sularda müdahale etmeye cüret edemeyeceğini düşündüğümden, açıklarda bizi durdurup yolumuzu kesmesi ve su, yiyecek gibi ihtiyaçlarımızın tükenmesini bekleyerek yıldırma politikasına başvurmasıydı. Aklımdaki son ihtimal fazla iyimserdi. BM. mensupları gibi bağımsız gözlemcilerin gemilerde arama yapmaları sonucunda silah olmadığının tespit edilmesiyle Gazze’ye ulaşabileceğimize inanıyordum. Gemiyi direkt vurmaları zor bir ihtimaldi.  Çünkü farklı ülkelerden bir çok katılımcı gemideydi.

Direnmek En Doğal Hakkımızdı

-Ama müdahale için hazırlıklı görünüyordunuz?
Evet tabii ki… Bu en doğal hakkımızdı. Bağımsız sularda üzerimize gelebilecek saldırılar ancak vahşi bir korsanlık olabilirdi. Sorgulanacak olanın, korsanlara karşı korunma refleksi değil, dünya üzerinde hiçbir otoriteyi tanımayan ve kuralsızlığı şiar edinen siyonist askerlerinin saldırganlığı olması gerekir. Bizler yardımları Gazze’ye götürebilmek için sivil bir direniş göstermeye karar vermiştik. Tıpkı Greenpeace, nükleer karşıtı gruplar gibi…Yani bizler asker değiliz, gemimizde donanma gemisi değil… Su sıkma, kancalarını geri atma, çıkmaya çalışanı itme gibi yöntemlerle gemimizi korumaya çalıştık. Başarılı da olduk. Akdeniz’in en büyük donanması, sivilleri silahlarla taramadan gemiye giremedi…

-Siz saldırı esnasında neredeydiniz ve neler yaşandı orada…?
Benim bulunduğum yer geminin arka tarafının alt bölümüydü. İlk temas orada yaşandı. Hücum botlarıyla saldıran Siyonist askerler ses bombaları ve kurşunlarla bizi etkisiz kılmaya çalıştılar. Ses bombalarının ayağımızın dibinde patlaması kardeşler üzerinde korkuya asla sebep olmadı. Gemiye bu bölgelerden çıkamayacağını anlayan Siyonist askerler askeri helikopterlerle havadan çıkartma yapmaya başladılar. Helikopter üzerinden güverteye kurşunlar yağdırıyorlardı. Bu esnada güverteye inen askerleri gemideki görevli kardeşler yakalayıp aşağı kata aldılar ve yaralarına ilk müdahaleyi yaptılar.

-Şehidler ve ilk yaralılar nasıl vuruldular?
Bizlerin bu yaklaşımına zıt Siyonist askerler kaptan köşkünün üzerinde bulunan kardeşlerin çoğunu gerçek mermilerle vurdular. Bu kurşun yaralarının bilançosudur bugün gördüğünüz şehid ve yaralı kardeşler…

-Siz nerede yaralandınız?
Askerlerin bu vahşi saldırıları sonucunda diğer yerlerden yardım talep edilmişti. Ben bunu duyup yukarı çıkmıştım. Yerlerde yaralılar vardı. Her yerde silahların kırmızı lazerleri dolaşıyordu. Yerde yatan bazı yaralıları kardeşlerle beraber revire götürdük. Sonra ben kaptan köşküne girdim. Ve orada Siyonistlerin kaptan köşkünün tüm camlarını tarayarak tuz buz ettiklerine şahit oldum. O camlardan içeri girdiler. Ben koridorun başına çıkarak geri döndüğümde üst güverteden geldiğini sandığım bir mermiyle yaralandım.

-Yaralılara müdahale edilebiliyor muydu?
Doktor ve bazı hemşire kardeşlerimiz yaralılar için bir bölüm oluşturmuşlardı. İlk müdahale orada yapılıyordu. Revirde ağır yaralılar, şehidler vardı. Onları görünce insan yaralıyım demeye utanıyor.

Gemide Oldukça Zorlu 12 Saat Geçirdik

-Gemiyi ele geçirmelerinden sonra neler yaşadınız?
Gemiyi ele geçirdiklerinde korkudan sadece silahlarının namlularını ve lazer ışıklarını bizlere gösteriyorlardı. Tek tek ellerimiz başımızda bizleri güverteye çıkarıp ellerimiz arkadan sıkıca bağlı olarak diz üstü çöktürdüler. Bu hal üzere yolculuk tam 12 saat sürdü…

-Yaralılara nasıl davrandılar?
Yaralıların bir kısmını helikopterlere aldılar. Ben ve bazı kardeşler dayanabilecek durumda olduğumuzdan topluluktan ayrılmamaya karar vererek gemide kaldık. Kardeşler benimde yaralı olduğumu söylediler. Bunun üzerine pantolonumun sağ bacak kısmını makasla hırsla yırttı. Kemerimi de kesmeye kalkıştı ama başaramadı. Orada kan toplamış tamponu alıp yeni bir tampon koydu. Ve ellerimi yeniden sıkıca bağladı… Askerlerle bana bakıp sessizce konuşmaya başladılar. Gözleri üzerimdeydi. Her yaralının potansiyel direnen olduğunu tahmin ediyorlardı. Sonra yanıma bir asker geldi ve  sol nabzıma bakıp koluma serum taktı. Serum bittiğinde ise iğneyi çıkarmayıp hortumunu kesti ve öyle bıraktı…

-Sizce ne amaçlıyorlardı?
Psikolojik işkence yöntemleriydi bunlar… Helikopteri tepemizde uçurup deniz suyuyla bizleri ıslatmaları, ihtiyaçlarımızı giderme konusunda engellemeler ve zorluklar… Mesela benim tam 12 saat ellerim bağlı, sağ bacağım yaralı ve sol kolumda bırakılmış bir serum iğnesiyle yolculuğa devam etmemi istiyorlardı.  Ben 1-2 saat sonra dayanamayarak bağlı ellerimle hortumun ucundan tuttum ve zorla çekerek iğneyi damardan çıkardım. Elimdeki iğneyi gören askerler paniklemeye başlayarak, geri çekildiler ve “uzağa at, uzağa at” der gibi iğneyi elimden atmamı istediler. Bir düşünsenize, elleri sıkıca bağlı, bacağı yaralı bir kişinin elindeki enjeksiyon iğnesinden korkan komandolar… 

-Limana ne zaman vardınız?
Askerlerin gemiyi ele geçirmesinden 12 saat sonra akşam 20:00 gibi Aşdod limanına ulaştık. Gemi Aşdod limanına yanaştığında 10-15 dakika sonra gemiden çıkacağımızı söylediler. Bunun üzerinden tam 12 saat geçtikten sonra gemiden indirilmeye başladık. Bakın, gemideki insanlar geminin ele geçirilmesinden limana inene kadar 24 saat gemide elleri bağlı ve sınırlı ihtiyaçlarla gemide bekletildiler. Biz ve bazı yaralı kardeşlerde o kadar saat gemide yaralı beklemek zorunda kaldık…

Halk Askerleri Limanda Bayraklarla Karşılamıştı

-Çıkışta bir sorgulama yapıldı mı?
Limandan çıktığımızda ilk sorgular yapıldı. “Neden İsrail’e izinsiz geldiniz” sorusuyla karşılaştık. Bizleri uluslar arası karasularında korsanlık yaparak esir alıp zorla işgal ettikleri limana götüren kendilerinin olduğunu bile bile nasıl böyle bir sahtekarlık yaptıklarına çok şaşırmıştık.

-Limanda size ilginç gelen başka neler vardı?  
Askerlerini kahraman gibi bayraklarla karşılamaya gelen bir topluluk vardı limanda… Bizlere büyük bir öfkeyle bakıyorlardı. Orada ki sorgu, parmak izi alma ve fotoğraf çekme barınaklarını daha önceden bu gemi için hazırladıkları belliydi…

-Sizleri cezaevine götürdüklerini de biliyoruz. Biraz oradan bahsedebilir misiniz?
Evet, limandan cezaevine götürüldük. Orada üzerimizdeki kanları temizleyebilme fırsatını bulduk. Bizim bölümde 50 kişi vardı. 2-4 kişilik yatakhaneler geniş bir avluya bakıyordu. Akşam yattıktan 1-2 saat sonra topluca içeri girip bizleri uyandırıyor ve sayım yapma, isim okuma girişimlerinde bulunuyorlardı. Bu gece 2-3 kere oldu. Anladık ki dinlenecek şekilde uyumamız istenmiyordu. Sabah beşerli, onarlı dışarı çıkarıp daha dar ve basık başka bir hücreye alıp 1-2 saat beklettikten sonra bizleri otobüslere bindirerek havaalanına doğru yola çıkardılar.    

İsrailliler Paranoyak Bir Toplum Haline Gelmiş

-Havaalanında sizlere nasıl davrandılar?
Çok gergin ve sıkıntılı geçen bir süreçti. Zaman adeta durmuştu. Ellerinden gelen tüm psikolojik baskıyı üzerimize kurdular. 5 dakikada boşaltılması mümkün olan otobüslerde 30-40 dakika bekletildik. Beklediğimiz ise askerlerin kapıda elma yemeleriydi… Tam bir korku cumhuriyeti gördük karşımızda… 15 yaşından başlayan kız, erkek herkesin asker olduğuna, 6-10 yaşlarındaki çocukların otobüslerle havaalanına getirildiğine ve onlara bizleri işaretle gösterdiklerine şahit olduk. Havaalanına pasaportları karıştırarak çoğumuzu pasaportsuz sınır dışı ettiler. İngilizce bazı İngiliz Müslümanlara küfrettiklerini işittik. Ve bu sebeple kavgalar ve yaralanmalar oldu. 1-2 Müslümanın üzerine onlarca asker ve polis çullanıp darp ediyorlardı. Sırf havaalanında darp alarak yaralanan kardeşlerimizin sayısı 20’yi bulur.

-Bildiğimiz kadarıyla sizde pasaportsuz sınır dışı edilenlerdensiniz.
Evet, cezaevinde ellerinde gördüğüm pasaportumu havaalanında kaybetmişlerdi. Pasaportum olmadan çıkmayacağımı söyledim. 4-5 saate yakın sandalyede oturarak bekledim. Fakat ortamın çok gerilmesi ve pasaportları bulma isteklerinin olmadığını anlayınca “lanet olsun” deyip uçağa geçiş yaptım. Burada bazı endişelerim var. İngiliz pasaportlarını kullanarak üst düzey insanlara suikast düzenlediklerini bildiğimden dolayı İsraillilerin pasaportlarımız üzerinde  tahribat yapabilecekleri korkusunu taşıyorum.

Filistin Halkı Ambargoyla Teslim Alınamaz

-Mavi Marmara sonuçları itibariyle bizlere neler kazandırdı?
Bu olayın sonuçlarına baktığımızda Mavi Marmara yolcularının hangi kazanımlar sağladıklarını daha net görebilmekteyiz. Öncelikle İsrail’in teröristliği ve katilliği her kesimden insanın gözleri önüne serildi. Her düşünce ve inanca mensup insanlar İsrail’e lanet okumaya başladılar. Ayrıca, Kudüs -Mescid-i Aksa için uzunca bir aradan sonra Filistinlilerin dışında şehitler ve yaralılar verdik. Her zaman söylediğimiz, “bu mesele Arap-İsrail sorunu değildir. Bu sorun tüm ümmetin sorunudur” sözü, inşallah bu eylemle, şehitlerimizin kanlarıyla ispatlanmış oldu.

-Bir de işin ambargo yönü var değil mi?
Elbette… Mavi Marmara seferiyle, Gazze ambargosunun ne pahasına olursa olsun kalkacağı ümidi, hem bizlere, hem de o ambargoya muhatap olan insanlara verilmiş oldu. Bu ambargo kalkacak, hem de ne pahasına olursa olsun. Çünkü bu ambargo Filistin İslami direnişine konan bir ambargodur. Direnişi ve direnişin taraftarlarını cezalandırma amacı gütmektedir. Siyonistlere boyun eğmeyen, varlığını tüm Filistin’in özgürlüğüne adamış olan Filistin halkı bu ambargoyla teslim alınmak istenmektedir. Filistin İslami direnişinin gücünden hiçbir şey kaybetmeyeceğine olan inancımız, bu ambargonun yakında hiçbir fonksiyonun kalmayacağını bizlere söyletmektedir.

Bir Karış Kudüs Toprağı, Bir Filistinli Çocuğun Kanı
Kaç Okula Karşılık Gelmektedir

-Kamuoyundaki fikir değişikliklerini ve Fethullah Gülen’in açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Filistin İslami hareketi Hamas, 2008 yılı sonundaki İsrail saldırılarını Furkan savaşı olarak tanımlamıştı. Yani safların netleşeceğini, kimin Filistin direnişinin yanında, kimin Siyonist politikaların yanında olduğunun ortaya çıkacağını beklediklerini söylemişlerdi. Ben Furkan günlerinin devam ettiğine ve Mavi Marmara seferinin de aynı işlevi gördüğüne inanıyorum. Mescid-i Aksa’nın önemini kabullenerek bu konuda mesaisini harcayanlarla, Siyonistlerin ağzından konuşanlar ortaya çıktı. Demokrasi ve özgürlük naraları atanların putlarını ne kadar çabuk yedikleri görüldü. Filistin’i zihinlerinde İsrail’e teslim edenler, İsrail’in otoritesini kabul edenler, halen ulus devletler ve ordularına bel bağlayanlar, evlerinde konforlarını bozmayıp dünyevi kaygılarla boğuşup duranlar daha net fark edildi.
Ama hamd olsun ki buna karşılık, Filistin’in bütünlüğünden ve Tevhid dininin kutsal yerlerinden olduğu inancından vazgeçmeyenler, sadece Allah’ın otoritesini dikkate alarak ona teslim olanlar, Müslümanların birlikte hareket ettiklerinde bir çok işi başarabileceğine yürekten inananlar, meydanlara inerek safını belli edenler ve ümmetçi çizgiyi koruyanlarda kendilerini tüm dünyaya gösterdiler.           

-Fethullah Gülen neden İsrail otoritesi safında gözükecek bir açıklama yapmış olabilir?
Şimdi kendi çalışmasını hayatın merkezine almış bir hareket var karşımızda… Tüm planlarını, hesaplarını bu çalışma üzerinden yapan ve bunu tek hizmet alanı olarak gören bir zihnin yansımasıdır bu açıklama… Kendi faaliyetlerinizi tek merkez olarak gördüğünüzde, onu sekteye uğratacak, etkisini kıracak, gündemden uzaklaştıracak her hamleyi boğmaya ve kirletmeye çalışırsınız. Üzerinde şaibe ve şüpheler oluşturmaya çalışırsınız. Gülen’in Amerika’dan yaptığı açıklama tam buna denk gelmektedir. Normalde üzerinde şaibe olması gereken, açık ve şeffaf yardım çalışması değil, Pensilvanya’dan yapılan beyanatın tarafıdır. Siz eğer okul çalışmalarınızı kutsar, Afrikalı, Rus, Çinli çocuklara Türkçe türküler, şarkılar ve kurtuluş marşları okutmayı ibadet olarak görürseniz, diğer tebliğ, yardım ve eylemsel hareketleri yok sayar, yok saymakla kalmaz yıkmaya, bozmaya gayret edersiniz. Ama tam burada bu hareketin liderlerine şunları sormamız gerekir: Acaba bir karış Kudüs toprağı, bir Filistinli çocuğun kanı kaç okula karşılık gelmektedir. Kaç Afrikalının Türkçe türküler okumaya geçmesini bekleyecektir hastanede tıbbi cihaz ve ilaç bekleyen bebekler…!

Sutunhaber.com


Comments are closed.