Eki
30
Gönderen: admin, Araştırma, Ekim-30-2016

Sinemanın, yakın çağın etki gücü yüksek en büyük silahlarından biri olduğu aşikâr. Amerika’nın emperyalist projelerinin dayanağını Hollywood ürünü filmlerden aldığını düşündüğümüzde bu tespitin yadsınamaz bir gerçek olduğunun farkına varırız. Amerika’yı dünyanın yegâne kurtarıcısı haline getiren filmlerin, zihin inşasında, duygu aktarımında ne kadar etkili sonuçlar doğurduğunu da sanırım kimse inkâr edemez.

Gerek ekonomik gerekçeler, gerek dini kaygılar, gerekse idealist kadroların yetersizliği gibi sebeplerden ötürü, İslam inancı, bu inancın yansıması olan duygular, karakterler ve değerler beyaz perdede kendini yeterince gösteremedi. Tabi ki baskın bir sinema lobisinin yön verdiği sektörün içerisine girebilmenin mümkün olamadığını da bunlara eklemek gerekir.

“Çağrı”, “Ömer Muhtar”, gibi Mustafa Akkad yönetmenliğindeki örnek filmlere, İran yapımı “Ashab-ı Kehf”, “Hz.Meryem”, “İmam Ali” gibi iz bırakan yapıtları da ekleyip, bir de son dönemde yayınlanan Suriyeli yönetmen Hatem Ali’nin Hz.Ömer serisini de altına yazdığımızda bu alanda akıllara başka bir eser gelemiyor.

Kendi sahamızdaki bu çoraklık sebebiyle İranlı yönetmen Mecid Mecidi’nin yazdığı ve yönettiği “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” filmi merak uyandırıp beklenmeye başlamıştı. İran film sektörünün yüksek kalitesi, Kur’an ve sahih rivayetlere uygun “Ashab-ı Kehf” ve “Hz.Meryem”, gibi etkileyici filmleri düşündüğümüzde beklentinin artması da gayet normaldi.

Film, Suud, Mısır ve bazı körfez ülkelerinde uygun bulunmayıp yasaklanırken, Türkiye’de Prof. Dr. Hayrettin Karaman ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevlendirdiği İslam tarihçileri ve hukukçuları tarafından incelenerek gösterime girdi.

Filme gelen eleştirilerin bir kısmı, son dönemdeki İran antipatikliği ve mezhebi kaygılar çerçevesinde gerçekleşiyor. Suriye’de yaşanan katliamlara İran ulus devletinin açık destek vermesi, hatta bizzat asker göndererek bu cinayetlere ortak olması, elini masum insanların kanına bulaştırması, Mecidi’nin filminin fişini işin başında çekilmesini sağlamış.

Ayrıca bu süreç üzerinden bölgede ve yaşadığımız topraklarda yükselen şii-sünni kutuplaşmasıyla filme yaklaşarak filmin şii’lik propagandası yaptığını söyleyip tavır alanlarda bulunuyor.

Peygamberimiz Hz. Muhammed’in(s) doğumu ile başlayan ve 13 yaşına kadarki dönemini işleyen filmde, Hz.Ebubekir, Hz.Ömer ve Hz. Aişe’nin niçin olmadığı gibi gülünç sorular soran, filmde Hz. Aişe annemize hakaret ediliyor gibi yalan ve iftira dolu twitler atan kesimlerin insaf ve merhamet dışı yaklaşımlarını konuşulabilir bile bulmamak gerekiyor.

Değerlendirme Sorumluluğu:

Çevremizden, yakınlarımızdan bağımsız olmayan bu tür gelişmelerden haberdar olup, sorumlu Müslüman fertler olarak adil, merhametli değerlendirmelerde bulunmaya çalışmanın üzerimize bir borç olduğunu görerek biz de filmi gösterime girdiği gün takip ettik. Bugüne kadarki okumalarımızın ışığında hissettiklerimizi paylaşmak istiyorum.

İranlı yönetmen Mecid Mecidi’nin yazdığı ve yönettiği Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi filmi, altıncı yüzyılda Mekke’de, Hz. Muhammed’in doğumu ile başlayan ve 13 yaşına kadar devam eden sürecini konu olarak işlemeye çalışıyor.

Boykot yıllarındaki zorlukların yansıtılmasıyla başlayan film birden Ebu Talib’in gözünden Peygamber(s)’in doğumu öncesi gerçekleşen Fil hadisesini, Mekke’nin putperest ve zulüm ortamını işliyor. Ardından Peygamber(s)’in doğumu ve 13 yaşına kadarki sürecini yoğun mucizeler ve olağanüstülüklerle anlatıp tekrar başladığı yere gelen film, boykotun kaldırılmasına sebep olan hadisenin aktarımı ile tamamlanıyor.

Filmde Dikkat Çeken Önemli Bölümler:

Rabbimizin Duha Suresinde bildirdiği, Hz.Muhammed(s)’in yetim, çaresiz, yoksul ve arayış içerisindeki halinin bir insan için ne kadar zor olduğunu filmi izlerken daha net kavrayabiliyorsunuz.

“Rabbin seni terk etmedi ve darılmadı. Şüphesiz senin için son olan, ilk olandan (ahiret dünyadan) daha hayırlıdır. Elbette Rabbin sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın. Bir yetim iken, seni bulup da barındırmadı mı? Ve seni yol bilmez iken, ‘doğru yola yöneltip iletmedi mi? Bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi?” (93/Duha, 3,4,5,6,7,8)

Doğmadan babasını kaybetmiş olmanın hüznünü, daha bebekken sütanneye verilerek anne kokusundan mahrum kalmasını, annesinin vefatının yaşattığı acıyı, dedesinin ölümüyle ortada kalmış hissiyatını film çok iyi işlemiş. Muhammed(s) babasının mezarına kapanmışken ki hüznü ve annesinin ölüm acısı akla hemen Duha suresindeki ilahi hatırlatmaları getiriyor. Hz.Muhammed(s)’in, Allah(c)’ın yardımıyla Peygamberlik sorumluluğunu üstlenecek bir ilahi terbiyeden geçtiği gerçeğinin önemli olduğunu söyleyebiliriz.

Filmde Hz.Peygamber(s)’in yüce ahlaka sahip olduğu, eşsiz merhamet ve eminlik yönünü hatırlatan bir iki örneğe de başvurulmuş. Mesela Hz.Muhammed’in(s) yeni doğmuş kızını diri diri toprağa gömerek öldürmek isteyen babaya “kız çocuğu Rahmettir. Gözleri ne kadar da güzel, tıpkı senin gibi” sözleriyle verdiği dersin etkisinin izleyiciye geçtiğini görebiliyorsunuz.

Yine, Ebu Leheb’in kocasından alıkoyarak gasp ettiği kadını amcasından geri alması, Ebu Leheb’in karısı Cemile’nin “O Muhammed-ül Emin’dir, sözünü tutar” ikrarı, O’nun küçük yaştan itibaren yüce bir ahlaka sahip olduğunu gösteren karelerdendi.

“Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin.” (68/Kalem, 4)

Muhammed(s)’ın küçük yaşlardan itibaren putlardan ve putperestlikten nefret ettiği, asla bu türden pisliklere bulaşmaması da filmin yansıttığı mesajlardandı.

Hz.Muhammed(s)’in çocukluk döneminin anlatıldığı bir filmde, sorunlu ve birçoğu gerçek dışı rivayetlerden alınmış mucizelerle dolu tasvirlerin yerine, hayatın içinden bu türden örneklerin daha fazla işlenmesinin gerektiği uyarısını da yapmış olalım. Eğer amacınız mesaj vermek ve örnek bir kişiliği ön plana çıkarmaksa, bunun daha etkili ve faydalı bir yöntem olacağını görmek gerekirdi.

Mecidi filmi yaparken, Batı dünyasının neyi görmesi gerektiğini düşünerek hareket etmiş. Yani yönetmenin filmi Hıristiyan ve Yahudi çevreye yönelik yaptığını söylersek çok da yanılmış olmayız.

Havranın, kilisenin, Yahudi ve Hristiyan din adamlarının, Hz. Muhammed’in peygamberliğine dair işaretleri kabul ettiklerini gösteren sahneleri sıkça işleyen filmin, Hz.Muhammed(s)’i Peygamber, İslam’ı bir din olarak kabul etmeyen Hristiyan ve Yahudi lobilerinin etki altına aldığı kesimlere seslendiğini düşünüyoruz.

Filimde, Yahudi ve Hristiyan din adamlarının dahi müjdeli doğumu heyecanla karşılayarak kitaplarındaki ayetlerle ortaya koyduklarının görülmesi, Hz.Muhammed(s)’in geçmişten gelen tevhid esaslı dinlerin devamı olduğunun gösterilmesi açısından önemliydi.

“Kendilerine kitap verdiklerimiz, O’nu (peygamberi), çocuklarını tanır gibi tanırlar. Buna rağmen içlerinden bir bölümü, bildikleri halde gerçeği gizlerler.”  (2/Bakara, 146)

Mecidi’nin Batı anlayışının yanlış İslam ve Peygamber algısını değiştirmeye yönelik çırpınışlarını da filmde görebiliyorsunuz. Hz. Muhammed’in hayatını anlatarak islamofobiye dur demek istediğini açıklayan Mecidi, filmde yer verdiği sahnelerle merhamet, adalet, eminlik mesajlarını ön plana çıkararak bu amacını gerçekleştirmek için uğraş vermiş. Kölelik itirazı, kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi, kadınların değeri, sosyal adalet ve merhamet gibi sorunları etkileyici sahne ve diyaloglarla aktarmaya çalışmış.

Bu filmle birlikte önyargıları olmayan, objektif batılı bir insanın, filmi izleyerek İslam’ı ve Hz.Peygamber(s)’i araştırabileceği gibi olumlu sonuçlar da ortaya çıkabilir. Filmin en azından böylesi bir hayra sebep olması temennisinde bulunabiliriz.

Filmle İlgili Eleştiri ve Uyarılar:

Mecid Mecidi’nin yönettiği Hz. Muhammed filminin en ağır eleştiri gördüğü yönü, Hz. Peygamber(s)’in bebeklik ve ilk gençlik çağlarında, yüzü hariç, çeşitli açılardan görselleştirilmiş olması…

Filmde, Peygamber(s)’in çocukluk dönemi yürüyüşü, saçları, kâkülleri, bebekken banyo yapılışı, elleri, hatta ellerini yüzüne kapatmış vaziyetteyken parmaklarının arasından gözleri gösteriliyor. Yüzü gösterilmiyor, söyledikleri altyazıyla veriliyor.

Önce şunu söylemem gerekir ki, Hz.Muhammed(s) herhangi birisi değildir. O, âlemlere rahmet olarak gönderilen, yegâne rehber olan hak mesajı insanlığa bildiren ve bu ilahi mesajın ilk uygulayıcısı ve öğreticisi olan önderimiz, mürşidimizdir. Söz konusu Peygamber(s) olduğunda hassasiyetlerimiz artar. O’nun, çocukluk dönemi bile olsa tasvir edilmesini saygısızlık olarak görür ve kabul edemeyiz. Bu kapı bir kez aralandığında ardından başka girişimlerin olabileceği kaygısını taşırız. Peygamberimizin(s), bu türden popülarite sofrasında malzeme olarak kullanılmasını doğru bulamayız.

Mustafa Akkad’ın “Çağrı” filminin, hizmet etme, mesaj verme endişesi taşıdığı yönündeki kanaatimiz, onun riskli alanlara girmeden, saygılı, hassas yaklaşımı sonucunda bizlerde oluşmuştur. Halen, 40 yıldır, yaşlanmadan, hissedilerek, yaşanarak izlenen “Çağrı” filminin başarısı, yönetmenin samimiyetini fark etmemizden kaynaklanmaktadır.

Mecid Mecidi’nin filmini yaparken, Peygamberimizin(s) çocukluk dahi olsa resmedilmesinin sanatsal bir getirisinin olmayacağını, bunun filme bir şey katmaktan ziyade eksilteceğini görebilmesini isterdim.

Hz.Muhammed(s)’in çocukluğunun 12 yaşına kadarki halini bize anlatan film son dönem seyrettiğimiz Amerikan yapımı “Nuh” ve “Musa” filmleri ile yine yakın zamanda bayağı ses getiren “İsa” filmlerinden maalesef etkilenmiş.

Bu üç peygamberin hayatını konu alan filmlerde sıkça görülen mucizevi yönlerin benzerlerini kendi filmine taşıyan Mecid Mecidi’nin, yoğun efektler ve etkileyici görsellik sunma kaygılarına filmi kurban ettiğini söyleyebiliriz. Yönetmen, Nuh tufanındaki suların kabarması, Musa’nın denizi yarıp insanları geçirmesi, İsa filmindeki gökten bir damla yaşın yere düşmesi gibi sahnelerin benzerlerini zorlama gerekçelere dayanarak kullanmaya çalışmış. Hatta Amine ve Peygamber(s)’in bebek anne görüntüleri, Meryem ve İsa’yı anlatan yapımlardaki bazı sahneleri zihinlerimize getiriyor.

Hollywood’un tamamen efektlere ve fantastik görüntülere dayalı film anlayışını yakalayabilmek için “Fil ordusu ve Ebabil kuşları” sahnesi dışında tamamen uydurma, abartı ve sorunlu rivayetlere sarılan Mecidi’nin, “Mucize çocuk Muhammed” gibi vebali ağır bir anlayışa kapı aralamış olması kabul edilemez.

Doğumu esnasında birçok olağanüstü hadiselerin görülmesi, sütannesini ölüm döşeğindeyken iyileştirmesi, deniz kenarında bereket gelmesi için kurban edilen çocuk ve kadınları kurtarıp balık yağdırması gibi mucizelere boğulu bir hikâyeyle Peygamberin anlatılması, Kur’an kaynaklı Peygamber algısını zedeleyici boyutta…

Yahudiler’in gelecek yeni peygambere hoş bakmamaları ve hatta onu ortadan kaldırmaya dönük uzunca bir çaba içerisinde olmaları da filme hareket katma ve dikkatleri toplama adına anlamsız abartılı eklemelerden olmuş. Tamamen efsaneleştirilen ve zamanla birçok tarihi kayıttan esinlenerek uydurulan bu hikâyelerin, Peygamber(s)’in hayatının anlatıldığı filmin senaryosuna katılmış olması da açıkça eleştirilmesi gereken bir durum.

İslam tarihinde birçok farklı versiyonunu okuduğumuz Rahip Bahira hadisesinin de en süslü ve eklemeli şekliyle filmde yer alması dikkatlerden kaçmıyor. Bulutun takip ettiği çocukla amcasına uzunca uyarılarda bulunan Bahira, Ebu Talib’e yeğeninin peygamber olduğunu açıkça anlatıyor. Ayrıca Çocuk Muhammed’in Meryem ve İsa heykeli önündeki duruşu da farklı çağrışımlara kapı aralar vaziyette sunulmuş.

Resulüllah’ın peygamberliğini çocukluk dönemlerine de taşımanın çabalarını gösterenler, O’nu yüceltme sevdasıyla, Rahip Bahira olayını bir yığın olağanüstü olayların yer aldığı bir masala dönüştürmüşler.

Peygamber(s)’e değer katma yarışının sonucu olan bu türden ekleme ve abartılar, aslında tarih boyunca “Kur’an’ı Muhammed(s)’e dışarıdan birileri öğretti” iftiralarına kapı aralayan malzemeleri üretmekten başka bir şey de sağlamıyor.

“Böylece sana emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmiyordun…” (42/Şura,52)

Filmin Şia kültürünün etkisi altında kaldığı eleştirilerinin en belirgin örneği, Ebu Talib’in iman etmiş bir mü’min gibi gösterilmiş olması… Ebu Talib’in Hz. Ali’nin babası olması gerekçesiyle böyle bir değerlendirme yapıldığı açık…

Aslında Ebu Talib’in son nefesine kadar Hz.Peygamber(s)’e sahip çıktığı, canı pahasına O’nu savunduğu ve himaye ettiği konusu üzerinde ittifak edilen tarihi bir gerçek. Hatta Ebu Talib ile Hz.Hatice annemizin vefat ettiği yıl “Hüzün Yılı” olarak kabul edilmekte.

Ancak Sünni kaynakların ekseriyetinde, Ebu Talib’in atalarının dininden dönmeden öldüğü ve Peygamber(s)’in ise buna oldukça üzüldüğü rivayetleri yer alır. Ebu Talib, “Mekke’nin kadınları son nefesinde korktu da iman etti” derler diye direterek Peygamber’e sahip çıkma mücadelesini imanla taçlandıramadı… Biz öyle inanıyoruz. Bu sebeple anlatıldığı dönem itibariyle filmin odağında Ebu Talib’in olmasında hiçbir sıkıntı görmüyor, ancak sunuluş şeklinin yanlış olduğunu düşünüyoruz.

Bu konu üzerinden Şia-Sünni başlığı altında filme vuranlar aslında önyargılı davranıyorlar. “Vay efendim Ebu Talib nasıl mü’min gösterilir” itirazında bulunanlar, bu ülkede Gülen yapılanmasından sonra en örgütlü sünni bir cemaatin, ateşte olacağı Kur’an’la sabit olan Ebu Leheb’in kötü anıldığı Tebbet Suresini namazlarında okumadıklarını acaba hiç dile getirdiler mi bugüne kadar? Gerekçeleri ise Peygamber’in amcası olması, Allah’tan daha merhametli olmaya kalkışmak!!!

Tutarsız Bazı Eleştirilere Bakış:

Filmi izlemeden kulaktan dolma bilgilerle yalan yanlış metinler yazıp cep mesajları ile insanlara atanları, aydın profili çizen bazı kalburüstü gazeteci ve akademisyen tayfasının “ehli sünnet omurgası elden gidiyor” feryatlarını ciddiye almamak gerekiyor. Akidesinin izleyeceği filmle bozulacağını sananları zaten sahih bir itikadın ne anlama geldiğini oturup yeni baştan öğrenmeye davet ediyorum.

İran, Şii paranoyası ile yaklaşarak ortalığı birbirine katanlar şunu bilmeli ki film onların mezhepçi gözlükleriyle değerlendirilemez.  Ortada bir film var, acaba nasıl? Cevaplanması gereken sadece budur…

Yönetmeni Şii ve İranlıdır diyerek filme tavır almak sizi gülünç duruma düşürür. Bugüne kadar Ashabı Kehf, Hz.Meryem, İmam Ali üzerine kimse olumsuz bir şey söyledi mi? Onlar da İran yapıtlarıdır ve tamamen Kur’an ve sahih rivayetler üzerine kurulmuş iz bırakan, herkesin etkilendiği filmlerdir.

Amerikan, Hindistan, Avrupa merkezli filmleri ezbere bilip, çocuklarını onları ifsat eden batı yapımı çizgi filmlerden uzak tutamayanların bu yöndeki eleştirileri samimi görülebilir mi? Türk dizilerinin günlerini takip edip, film seviyesi Recep İvedik ayarında olanların “mezhebim elden gidiyor” feryatlarına bakıp “bunda bir iş var demek” gerekmiyor mu?

Son Sözler:

Dini içerikli, özellikle Peygamber hayatlarına dair yapımlara girişenler tüm gözlerin üzerlerine çevrileceğini düşünerek hareket etmeliler. Sorumluluğu büyük olan böylesi bir alanda iş üretmeyi, ticari kaygıların ötesinde görebilmeleri gerekir. Mecidi’nin filmi bugün gerçekçi bakışlar tarafından da eleştiri alıyor ve tatminsizlikle karşılanıyorsa, bu durum üstü örtülemez ihmallerin olmasındandır.

Filmi, senaryo, tarihi gerçeklik ve verdiği mesajlar açısından hayal kırıklığı olarak değerlendirdiğimi söylemek isterim. Bazı klasik Sünni kaynaklarda da yer alan olağanüstülüklere boğulmuş bir film olarak sanırım sınıfta kalacak ve unutulacak.

Gişe kaygılarını gözettiği şüphesini içinde barındıran filmin öncelikli kitlesinin Batı dünyası olduğunu da tekrar hatırlatmak isterim.

Teknolojinin bunca gelişmişliği altında steril bir ortamda bulunmuyoruz. Çocuklarımızı, öğrencilerimizi akvaryumlara hapsetme imkânına da sahip değiliz. Her türlü bilgiye hızlı ve kolaylıkla ulaşılabildiği günümüzde kimi nereden alıkoyabilirsiniz? Bu sebeple, muhatabınıza sahih Peygamber tasavvuru, sağlıklı bir tarih bilincini öğretebilmişseniz ve muhakeme yeteneği kazandırmışsanız, anlamsız yasaklarla uğraşmanın gereğinin olmadığını da bilmelisiniz.

Evet, rahmetli Mustafa Akkad’ın hakkını vermek lazım; o hassas dengeleri gözeterek, insanların yüreklerine işleyecek bir ‘peygamber’ filmi çekmeyi 40 yıl önce başarmıştı. İyi ki başarmış, iyi ki “Çağrı” var…


Comments are closed.