Haz
12
Gönderen: admin, Makale, Haziran-12-2014

Ülkede bir bayrak krizi yaşanıyor. Diyarbakır’ın Lice İlçesi’nde gösterilerde ölen bir kişinin cenaze töreni sırasında, bir grubun 2’nci Hava Kuvvet Komutanlığı’nın nöbetçi kulübesini taşlaması ve yüzü kapalı bir kişinin de bayrak direğine tırmanarak asılı olan Türk bayrağını indirmesi tansiyonu yükseltti.

Kutsala müdahale olarak yorumlanan hadise, ilginç sahiplenmeleri ve meydan okumaları da peşinden getirdi.

“‘Şayet devlet yaşayacaksa, bayrak direğine tırmanacak kadar bir sefilin alnından devrilmesi haktır, hukuktur.’ ‘Türk bayrağına uzanan el kimin eli olursa olsun, o elin kırılması lazım.’ ‘Garnizona girip bayrağı indireni oradan indirip gereğini yapacaksın, yapmıyorsan sorumlusun’” açıklamaları ulus devlete ait kutsalların nasıl derinlere kadar sahiplenildiğini de yeniden gözler önüne serdi.

Kutsal, kişinin değer verdiklerini, inancını ortaya çıkarır. Tahammül edilemeyen, koruma refleksi gösterilen her neyse o kişinin kutsalı halini alıyor. Bir Hindu’ya göre inek, Bid’at ve hurafeci zihniyete göre türbeler, tarihi kıyafetler, Laik Ulus devlet mensuplarına göre ise sınırlar ve bayrak bu şekilde değerlendirilir.

Kutsal, saygı duyulan, hürmet edilen demektir. Din bağlamında kutsalın anlamı hem dar, hem daha kesindir. Burada kutsal özgül olarak din tarafından şiddete, işga­le ve kirletmeye karşı korunan şeydir. Bu nedenle o, din tarafından ya da din adına takdir edilen, kutsal ve dokunulmuş olan­dır.

Kendisini İslam’a nispet edenlerin mukaddesatını ise Allah(c) belirler. Kâbe, Kur’an gibi değerler kendilerine yönelik saldırılara karşı korunması gereken mukaddesatımızdır. Canlar ve namuslar da öyle…

Peki, aynı şey vatan ve bayrak için geçerli miydi? Bu sorunun cevabını verebilmek için bu sembollerin kutsallaştırıldığı ulus devlet modeline ve çıkış zeminine bakmak gerekir.

19.yüzyılda kendi şartlarında oluşan ulus devlet ve ulus toplum modeli kendi kutsallarını üretmişti. Seküler/din dışı temelde icat edilen bu proje kurulan yeni Türkiye Cumhuriyetinin de temellerini oluşturdu.

I. Dünya Savaşının galip işgalci devletlerinden alınan onayla kurulan yeni Türk ulus devletinde seküler ulus kimliğe aidiyeti içeren en önemli unsur olarak “vatan” ve “bayrak” kavramları ön plana çıkarılmaya başlandı.

Ulusal bayrak, ulusal devleti ve oluşturulmak istenen ulusu temsil eden renkli ve şekilli bir kumaş parçasıydı. Bayrak öteden beri askerî birlikleri ve kuruluşları temsil eden sembolik bir araçtı. Ama bir devleti ve ulusu temsil eden ulusal bayrak, ulusların oluşturulma süreçleriyle birlikte icat edildi ve manevi otoritesini ulusal devleti ve ulusu temsil ettiği iddiasıyla kazandı. Yani manevi bir anlam yüklenen hatta kutsallığından bahsedilerek tazimde bulunulan ulusal bayrak, seküler/din dışı bir olgunun kutsanmasından başka bir değer taşımamaktadır.

Tanzimat Fermanı’ndan sonra önce Osmanlı bayrağı sonra da Türk bayrağı olarak belirginleşmeye başlayan hilalli ve yıldızlı kırmızı bayrak, ancak 29 Mayıs 1936 yılında çıkarılan kanunla son şeklini aldı ve ulusal araçlar arasına katıldı.

Seküler bir değer olan bayrak Suudi Arabistan’da kelime-i şehadet lafzı ile Türkiye’de ise üretilen şiirler ve menkıbelerle dinsel bir forma sokulmaya çalışıldı. Hilal, yıldız ve kırmızı renkle ilgili efsaneler üretildi.

Resmi eğitim süreçlerinde Türkçü Cemal Kutay gibilerinin “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır / Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.” gibi veya Arif Nihat Asya’nın “Seni selamlamadan geçen kuşun yuvasını bozacağım.” gibi Tevhid inancına aykırı olan cahiliye şiirleri ile yetişen nesil maalesef İslami-Seküler ayrımını yapamamakta, bayrağın kutsal olduğunu ilan edip onun uğruna harpler çıkarabilmeyi göze alacak zihin bulanıklığına sahip olmaktadır.

Oysa, Kâbe 100 yıla yakındır işgal altında, Mescid-i Aksa 60 yıldır Siyonist ellerle kirletiliyor, Irak’ta camilerimiz yağmalandı, namuslara el uzatıldı, Afganistan’da, Suriye’de, Mısır’da inancı uğruna hayatını kaybedenlerin sayısı yüzbinleri kat kat geçti. Tüm bunlarla beraber Kur’an mehcur bırakıldı, vahyin yol göstericiliği reddedildi ve Tevhidi mesaj toplumdan uzaklaştırıldı…

Tüm bu yaşananlara sessiz kalanların, müdahil olmaya çalışmayanların, yani İslami değerleri kutsal görmeyenlerin, üretilen sahte kutsallar uğruna feryat etmeleri ibretlik bir tablodur.

Farklı kavimlere mensup insanları ayrıştırmanın ve birbirlerine kırdırmanın projesi olan ulus sembollerin kutsanmasından vazgeçilmeli, vahiyle bildirilen, Rasulullah’ın Sünnetiyle de işaret edilen birleştirici değerlerimize bir an önce yönelinmelidir: “Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerim ve Peygamberinin sünnetidir”


Comments are closed.