Oca
21
Gönderen: admin, Düşünce, Ocak-21-2012

Bireysel Zaaflar :

Müslüman toplumlar arasında ki ilişkilerde görülen problemler, kişilerin bireysel zaaflarının da bir yansıması olabilmektedir, hatta öyledir diyebiliriz. Fert fert her bir Müslümanın yakalanabileceği bu zaaflar, farkında olunmayıp önlemleri alınmadığında Müslüman camiayı, içini kurtların yediği uzun ve iri gözüken bir ağaç  konumuna sokabilmektedir. Büyük İslam alemi gibi ifadelerin ve dünyada ki bir buçuk milyar Müslüman gerçeğinin,  yeryüzündeki katliamlara karşı caydırıcı bir etkisinin olamadığı, bir avuç israillinin işgaline karşı seyirci kalındığı düşünüldüğünde, verdiğimiz kurtlu ağaç örneğinin hiç de abartı olmadığı anlaşılacaktır.

Amellerde görülen riya ve kibir, cimrilik, hayasızlık ve Allah’tan başka etkenlerden korkmak, çekinmek  gibi vasıflar bireyi yıpratmakla beraber, ümmetin gücünün zayıflamasına da sebep olmaktadır.

* En başta ihlas’dan uzak bir şekilde gerçekleştirilen ibadetler, kendisini gösterir. Yapay bir çiçek gibi donuk kalan bu sahte yönelişler, Allah(c.c.)’ın rızasından çok gösteriş ve insanların beğenisini amaçlar. “Ne cesur insan, ne alim şahsiyet, ne kadar takvalı ve cömert” sözlerinin hazzının yaşanması, yapılan bu amellerin karşılığı ve mükafatı olarak kalacaktır. Bunun dışında, ahirette hiçbir ödül olmayacağı gibi, Allah(c.c.)  rızasından başka bir hedefle bir amel gerçekleştirildiğinden, hesap anı zor ve çetin geçecektir. Allah(c.c.) bu kişilerden, malını gösteriş olsun diye harcayanların yaptıklarının boş ve geçersiz olduğunu oldukça veciz bir şekilde tarif etmiştir :

“Ey iman edenler, Allah’a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağanak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiç bir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kâfirler topluluğuna hidayet vermez”.  (2/ Bakara 264)

* İnsanların kendisi ile ilgili övgü dolu sözler söylemesi için eylemlerini belirleyenler, bir müddet sonra bu övgü dolu sözlerden dolayı büyüklenip, kibirlenirler. Bu kişiler, diğer mahlukat gibi yoktan var edilerek yaratılmış olduğunu unutup, kendini yeterli görmeye başlar. Sadece Allah(c.c.)’ın bildirdiği kadarını bilmesine rağmen yaptığı keşiflerden dolayı “ben yarattım”; sahip olduğu serveti için “ben kazandım” gibi iddialı sözler sarf ederek benliğini, nefsini ilahlaştırır.  Bu tavır ise bir azgınlık sebebidir.

“Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden. Şüphesiz, dönüş yalnızca Rabbinedir.” (96/Alak 6-7-8)

Eğer toplumsal dönüşüm iddiası ile ortaya çıkılıyorsa, terk edilmesi gereken en ciddi hastalık kibirdir. Kendini farklı hissederek insanlara tepeden bakan, ilmini parayla satan, en basitinden paltosunu tutturan ve arabasının kapısını açtıran kişilerin insanların kalbinde olumlu bir etki uyandırması beklenemez.

Bu hastalık, her peygamberin kavminde görüldüğü gibi, Hz. Lokman(a.s.)’ın da oğluna yaptığı nasihatler içerisinde Kur’an da geçmektedir.

 “İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş  olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (31/ Lokman 18)

İdeal bir İslam kardeşliğini yeniden teşekkül ettirecek olanlar, kibrin zıddı olan tevazuyu kuşanmış mütevazı fertlerdir. Onlar Allah(c.c.)’a karşı hadlerini bilerek alınlarını secdeden kaldırmazlar, kainatın  muhteşem dokusuna bakıp Rablerini hamd ile tesbih ederler, zengin sofrasından çok fakir sofrasını,  popüler ortamlardan çok sadeliği tercih ederler. Tıpkı tek önderimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi…

Sahabe Rasulullah’ın tevazusunu şöyle tarif etmektedir :

“Hz. Peygamber merkebe biner, yün elbise giyer, sağmak için koyunun altına girer ve misafirlerine bizzat hizmet ederdi. Hz. Peygamber toprak üzerinde oturur ve yemek yerdi. Koyunları sağar, bir köle onu arpa ekmeği yemeye davet etse, bu daveti kabul ederdi.” (Bidaye VI/41, Heysemi IX/110)

* Toplumsal dayanışmaya çok önem veren İslam dini, kulluk vazifesinin üst derecelerinden olan maddi fedakarlığı, cennet yolunda kişiye büyük yardımcı olacak bir amel olarak tanıtmaktadır. Cihad ordusunun teçhizatının sağlanması, yoksulların ihtiyaçlarının giderilmesi, ilim talebelerine burs verilmesi, ihtiyacı anında kardeşinin faize ve faizciye muhtaç kalmaması için borç temin edilmesi gibi infaklar, Allah(c.c.)’ın rızasını kazanmak ve cennet mükafatına ulaşmak için sürekli teşvik edilmektedir.

Rızkın kaynağının Allah olduğu, onu dilediğine genişleteceği  ve O’nun yolunda yapılan harcamaların bire yedi yüz bereketleneceği (bkz.2/261) müjdelerine rağmen elleri sıkı olanlar, cimrilik yapanlar, hem kendilerini kendi elleri ile sıkıntıya sokmakta, hem de kardeşlik bağının temeline büyük bir dinamit koymaktadırlar. Çünkü cimriliğin sebep olduğu bencillik ve dolayısıyla mal yığmanın bir toplumda yaygınlaşması; yağma, hırsızlık, gasp gibi suçların artmasına ve mal emniyetinin kaybolmasına sebep olmaktadır.

“Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Her türlü hareketinizde dürüst davranın. Çünkü Allah dürüstleri sever.” (2/Bakara195)

Kardeşlik bağlarını koparan cimrilik, yeryüzündeki  ilk kardeşler, Hz. Adem(a.s.)’in oğulları Habil ve Kabil’in aralarına girmiş ve şeytanın vesvesesi sonucu Kabil kardeşi Habil’i öldürerek hüsrana uğrayanlardan olmuştur. Kendilerinden Allah yolunda kurban kesmeleri istenen bu iki kardeşten Habil en besili ve en değer verdiği hayvanını, Kabil ise cimrilik yaparak en bakımsız ve hastalıklı hayvanını kurban etmiştir. Kabil şeytanın cimrilik emrini yerine getirmiş, kendi kurbanının kabul edilmemesinden dolayı kıskançlık ve hased duyguları taşıyarak bu cinayeti işlemiştir. (bkz. 5/27-32)

“Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin eder. Allah ise size katından bir mağfiret ve bir lütuf vaat eder. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir”. (2/Bakara 268)

Zengin olan Allah(c.c.)’ın asla muhtaç olmadığı, insanın kendisi için yapması gereken infak ibadeti ihmal edildiği taktirde, Allah(c.c.) o cimri nesli helak edip yerine kendisine bağlı, itaatkar bir toplumu getirebilecek güçte olduğu mesajını da vermektedir.

“İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağırılıyorsunuz. İçinizden kiminiz cimrilik ediyor. Ama kim cimrilik ederse, ancak kendisine cimrilik etmiş olur. Allah zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer O’ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar.” (47/Muhammed 38)

 * Allah yolunda mallarını infak ederek Müslüman kardeşliğinin teşekkül etmesine katkıda bulunan Mü’minlerin, gerektiği zaman korkmadan canlarını da feda edebilme samimiyetine sahip olmaları gerekmektedir. Dünyanın neresinde olursa olsun ıztırab içindeki bir Müslüman’ın sıkıntısı yürekten hissedilmeli ve anın vacibi ihmal edilmeden yerine getirilmelidir. Tamamen şeytani propagandalar ile düşmanın gözlerde büyütülmesi, kişinin cihaddan geri kalması ve Allah(c.c.)’dan başkasından çekinmek,  Hz. Hamza, Hz. Ali, ve Selahaddin’in  nesline yakışmamaktadır.

 “ …………….. Sakın onlardan(zulmedenlerden) korkmayın! Yalnız benden korkun. Böylece size olan nimetimi tamamlayayım da doğru yolu bulasınız.” (2/Bakara 150)

“Allah’a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten (kaçınmak için) senden izin istemezler. Allah takva sahiplerini bilendir”. (9/Tevbe 44)

Günümüzde emperyalist politikaları ile yeryüzünü bir ateş çukuru ve Müslümanları bu ateşin odunu olarak belirlemiş olan işgalci ABD ve Siyonist güçlere karşı Müslümanlar seslerini yükseltmeli, Iraklı, Filistinli, Çeçen kardeşlerinin uğramış olduğu zulme asla seyirci kalmamalıdırlar. İşgalciye destek veren tüm kanalların kurutulması için boykot çağrılarına kulak verilmeli, yaralıların merhemi, açların azığı, ezilenlerin silahı olunması yönünde çabalar harcanmalıdır.

“(Ey müminler!) verdikleri sözü bozan, Peygamber’i (yurdundan) çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız; yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer (gerçek) müminler iseniz, bilin ki, Allah, kendisinden korkmanıza daha lâyıktır”.”(9/Tevbe13)

* Ezilenlerin esaretten kurtulması, şirk ağının insanların üzerinden sökülmesi, hak ve adaleti benimseyen bir toplumun teşekkülü için projeler geliştirmek konumunda olan Müslümanlardan, haya kabuğu kalkmış bir ortamdan etkilenmeleri, zihinlerini malayani söylemlerle doldurmaları beklenemez. Toplumun önderliğine soyunmuş fertlerin, kendisini tamamlayan eşinde karar kılması, dışarıdan gelen her türlü şehvet davetlerine gözlerini ve kulaklarını tıkaması yakışmaktadır. Huzursuzluk, kötü örnek olmak ve vakit kaybı gibi yaralar açarak, kulluk görevlerinin ihmaline sebebiyet vereceğinden, edep ve haya perdesi çok dikkat edilmesi gereken sınırlar olarak özenle korunmalıdır.

“Mü’minlere söyle: “Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Gerçekten Allah, yaptıklarından haberdârdır.” (24/ Nur 30)

Yıkıcı Hareketler :

 Ümmet etkisinin yitirilmesi ve gücün kaybolması, Müslümanların birbirlerine düştükleri ve çatıştıkları döneme rastlar. Ani öfkelenme, kindarlık ve intikam hırsı bu çatışmaları oluşturan yıkıcı hareketlerdendir

* Şahsi sebeplerden dolayı öfkelenme ve kin tutma, Müslümanları yıpratmaktan başka bir işe yaramaz. Ancak bir müslümanın öfkelenmesinin ve kin tutmasının yanlışlığını söylerken, onu bu yanlışa sürükleyecek her türlü kışkırtma ve tahrikten uzak durulmasından da bahsetmemiz gerekmektedir.

Çünkü etten ve kemikten yaratılan insanoğlu, kendisini sıkan kişiye karşı öfkelenerek, acele yapısıyla ani parlamalar gösterebilir. Burada ki denge, yukarıda belirttiğimiz bireysel zaaflardan uzak kalarak kardeşimizi üzüp, onun tepki vermesine sebebiyet vermemektir. Fakat küfr içerisinde ki insanlara sırf kazanma uğruna gösterdiğimiz merhamet ve sabrın daha fazlasını birbirimize göstermemiz gerektiği de bir gerçektir.

“Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.” (3/ Ali İmran 134)

Kin ve öfke kişinin şuurunun kaybolmasına, doğru karar verebilmesinin önüne geçebilmektedir. Bu yanlış huy, kin duyulan tarafa karşı artık adalet gözlüğüyle bakmadan tepkisel hareket edilmesi gibi problemler doğurur. İşte bu noktada, öfkenin yutulmasının, Allah(c.c.)’ın rızasına daha yakın olduğu hatırlanılıp takva yolu tercih edilmeli, kin ve öfke Allah(c.c.)’ın dininin düşmanlarına saklanmalıdır.

“Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (5/ Maide8)

* Kindarlık sonucu verilen tepki intikamdır. İntikam ise İman etmiş bir ferdin vasıflarından asla olamaz. Hz. Aişe(r.anh.) Rasulullah’ın intikam anlayışını ;

“Rasûlullahın hiçbir zaman kendisine yapılan bir zulümden dolayı intikam aldığını görmedim. Ancak Allah’ın haram kıldıklarından bir şey terkedilir veya çiğnenirse, o zaman bu hususta herkesten daha fazla öfkelenirdi….”  (tirmizi,şemail)  şeklinde anlatmaktadır.

Hz. Peygamberin bu tavrı ile beraber, Hz. Ali’nin savaş meydanında yüzüne tüküren bir düşman askerini şahsi öfke olabileceği endişesiyle öldürmemesi, öfkenin ve intikamında sadece Allah’ın dinine karşı yapılan saldırı ve hakaretler sonucunda olabileceğini göstermektedir. Bunun dışında ki hataların güzellikle savuşturulup, karşı tarafın mahcubiyeti yoluna gidilmesi tercih edilmelidir.

“İşte onlar; sabretmeleri dolayısıyla ecirleri iki defa verilir ve onlar kötülüğü iyilikle uzaklaştırıp kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.” (28/ Kasas 54)

Kardeşlerimize karşı kin,öfke ve intikam duygularının yeşermemesi için tabii ki Allah(c.c.)’a çokça yalvarmalı,  Kur’an’da geçen şu evrensel duayı dilimizden düşürmemeliyiz.

“….. ….. …. Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (59/ Haşr10)

Sonuç :

Bugün artık, beşeri anlayışların çarkında ezilmiş, bunalmış insanlık, biz Müslümanları beklemektedir. Hayvani ihtiraslar ve bencilce yaklaşımlardan yıpranmış, deforme olmuş yer, gök ve ikisinin arasındaki mahlukat biz Müslümanların adaletli ellerine teslim olmayı beklemektedir. Beklenen İslamdır, Tevhid nizamıdır; her ne kadar ifade edilemese de…   Beklenen Muttakilerin adaletli elleri, şefkatli sözleridir; tarifi yapılamasa da…    Yeter ki buna hazır olunsun, hak edilsin. Toplum içerisinde, beklenen neslin bir nüvesi belirsin. İşte bu desinler aklımızda ki, işte bu desinler dilimizin ucunda ki, işte bu, işte bu…   Huzurumuz, güvenliğimiz, kurtuluşumuz için son çaremiz bu…

 Bu ideal nesli oluşturmak ve içerisinde olmak adına yola çıkarken, aramıza girecek, kardeşlik bağlarımızı zayıflatacak her türlü davranışı terk ederek  işe başlamalı, bir duvarın tuğlaları gibi kenetlenmeyi becerebilmeliyiz. Ashabın Medine hicretini zihinlerde yaşamalı, fetihler doğuran bu muhteşem ensar-muhacir kucaklaşmasının, dayanışmasının, paylaşmasının örnekliğini model olarak almalıyız. Evinde ki tek hurmasını kardeşine ikram ederek kendisi aç yatan ensarın bu davranışı çay sohbetlerinde harcanmamalı, asla bir ütopya olarak değerlendirilmemelidir. Onlar uçurtmanın gövdesi, biz ipine  tutunmuş, vahy rüzgarı ile dirileceğimiz güne doğru ilerliyoruz.    inşaallah

“Vallahi cennete giremezsiniz iman etmedikçe, İman etmiş sayılmazsınız birbirinizi sevmedikçe”           (Hadis;  Müslim, İman 93, (54))


Comments are closed.