Oca
14
Gönderen: admin, Düşünce, Ocak-14-2012

İlişkilerde Güvensizlik :

Hangi inanca, hangi anlayışa sahip olursa olsun bir toplumun çöküşünün ana sebeplerinden birisi  o toplumda güvensizliğin artmış olmasıdır. Belli bir hedefe ulaşmak isteyen, bir amaç için yola çıkmış olan fertlerin birbirleri ile aralarındaki ilişkinin sağlam temellere oturmuş olması gerekir. Bu sağlam temel, her koşulda, sonucu ne olursa olsun karşılıklı güvendir. Bu güven, alınan görevleri ihmal etmeden yerine getirmede, randevulara riayet etmede, emanetlere ve verdiği söze sadık kalmada kendisini gösterebilmelidir.

Hz.Muhammed (s.a.v.) ve ilk iman eden dava arkadaşlarının, hedeflerine ulaşmaları ve o dönemin Asrı saadet olarak adlandırılmasının temelinde de bu eminlik sıfatı yani tam teslimiyetçi bir güven anlayışı yatmaktadır. Şu gerçek hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, Hz.Muhammed (s.a.v.), Resul-Nebi  Muhammed olmadan önce emin Muhammed olarak Mekke’de tanınmaktaydı.

Kavminin her konuda güvendiği, en değerli eşyalarını teslim ettikleri, aralarındaki anlaşmazlıkların çözümünde hakemliğine başvurdukları kişinin,  yapacağı davet ve onlara vaat ettikleri, elbette etki uyandıracak ve kalpleri fethedecekti.

Bu örneklik zihnimizde canlanmalı, toplumsal dönüşümün öncüleri olarak ortaya çıkarken, çevremizin “ bu kişi bir şey diyorsa dinleyelim, çünkü kimseye bir zararı dokunmazdı.” diye konuştuğu, emin fertler olabilmeye gayret etmeliyiz.

Hz. Peygamberi öldürmeye karar verenlerin en değerli eşyalarının, suikast gecesinde dahi Resulün evinde emanette olduğu gerçeğini iyi tahlil etmeli, düşmanının bu mallarını son anda dahi Hz. Ali’ye bildirerek sahiplerine teslim edilmesini sağlayan peygamberimizin bu sünnetinin, uygulama sıralamasında ilk sıralarda olması gerektiğini bilmeliyiz. Kur’an ahlakı ve O’nun öğretmeni olan Hz. Peygamberin eşsiz tavrı, kitaplarda kalan bir bilgi değil, hayat pratiğimize acil olarak geçirmemiz gereken öğretiler olmalıdır.

* Bu gün kardeşlik hukukunu en çok zedeleyen, emanetlere karşı duyarsızlık ve alınan borcun ödenmemesi gibi davranışların, örnek bir neslin oluşabilmesi için  bir an önce terk edilmesi gerekmektedir. Ödünç alınan eşyalar, kendi malımız gibi görülüp, aldığımız gibi ve zamanında  teslim edilmelidir.

Bir Müslüman’ın, malını paylaşmak konusunda, Allah rızası için gösterdiği fedakarca yaklaşım su istimal edilmemeli, kursağımızdan geçen her bir haram lokmanın Ahirette ateşten bir gömlek olarak karşımıza çıkabileceği unutulmamalıdır.

“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” (99/Zilzal 7-8)

Mü’minler, ellerinden ve dillerinden toplumun zarar görmeyeceği emin kimselerdir. Bu sıfat Allah(c.c.) tarafından bizlere bildirilen reddedemeyeceğimiz bir sorumluluktur.

“Onlar (müminler), emanetlerine ve ahidlerine riayet edenlerdir”  (23/Mü’minun 8 )

Hz. Peygamber’de; “Bir müslümana, başka bir müslümanın canı, malı ve ırzı haramdır”; “Müslüman müslümanın kardeşidir ve müslüman kardeşine zulmetmez, onunla dost olmaktan vazgeçmez, onu zelil etmez. Bir kimse için, bir müslüman kardeşini hakir görmek kadar büyük bir kötülük yoktur.”  diye buyurarak eminlik sıfatına vurgu yapmaktadır.

Emin olma sorumluluğu, kalın duvarların, yüksek surların, en gelişmiş alarm sistemlerinin, güçlü güvenlik birimlerinin fayda getiremediklerini gerçekleştirmiş,  Medine’de  kenetlenmiş bir toplumu oluşturarak büyük bir fetih doğurmuştur.

 * İlişkilerde ki güvensizlik den bahsederken, ahidlerin, sözlerin çiğnenmesine de deyinmemiz gerekmektedir. Ortak değerler üzerinde, “ne olursa olsun bir arada olunacak” diyerek birbirlerine söz verip daha sonra kişisel zaaflar ve menfaat ilişkilerinden dolayı birbirlerini yarı yolda bırakan anlayışların hedefledikleri amaca ulaşabilmeleri beklenemez. Bu sözleşme, bir kitabı birlikte okumak ve bitirmek gibi küçük çapta olabileceği gibi, toplumsal dönüşümü hedefleyen sivil toplum yapılaşmalarına kadar düşünüle bilinir.

Ahdi bozmak kişiye, kardeşine verdiği söze bağlı kalmamak suçunu işlettiği gibi, ahidleşilen konuda, diğer fertlerin motivasyonunu bozmak, ümitsizliğe düşürmek ve istikrarsızlık oluşturmak vebalini de peşinden getirir.

“Ahidleştiğiniz zaman, Allah’ın ahdini yerine getirin, pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın; çünkü Allah’ı üzerinize kefil kılmışsınızdır. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir”.  (16/Nahl 91)

“Allah’ın ahdini ucuz bir değere karşılık satmayın. Eğer bilirseniz, Allah katında olan sizin için daha hayırlıdır”. (16/Nahl 95)

Ayrıca Akabe tepesinde her türlü saldırıya karşı Hz. Muhammed (s.a.v.)’i koruyacaklarına söz veren Medineliler(Ensar)’ın, her türlü baskı ve meşakkate rağmen sözlerinden dönmeyerek, Resulullah’ı yalnız bırakmamaları, Ahde sadık kalınması hususunda  bizlere örneklik teşkil etmelidir.

Ebû Hüreyre (r.anh.)’den rivayet edilen bir hadis’de Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur :

“Münâfığın alâmeti üçtür :  Konuşunca yalan söyler. – Söz verince sözünde durmaz. -Kendisine bir şey emanet edilince hıyanet eder.Oruç tutsa, namaz kılsa, Müslüman olduğunu söylese de. (Müslim,İman 109-110)

 * Müslümanların arasına soğukluk eken bu tür davranışlar, görüldüğü gibi münafıklık alameti olarak zikredilmiştir. Hadisi şerifte, değindiğimiz konuların dışında bir de yalana vurgu yapılmak da, bu çirkin huyun toplumu kemiren ve kişinin yaptığı tüm amelleri, güneşin buzu erittiği gibi erittiğinden söz edilmektedir. Münafıkça bir davranış olan yalana, elinden ve dilinden Müslümanların emin olması gereken bir kişinin yaklaşması gerçekte zayıf karakterliğin ve acizliğin bir göstergesidir. Toplum içerisinde dikkat çekmek, farklı gözükmeye çalışmak ve münazaralardan üstün çıkmak gayreti, hadiselerin insanlara olmuş gibi, gerçekmiş gibi aktarılmasını sağlar. Bu karakter sahipleri, malını insanlara pazarlarken gerçek dışı ifadelerle süsler, çıkar uğruna yalancı şahitlik yapmaktan da çekinmezler. Bu ise Allah(c.c.)’ın beyanı ile Mü’minlerin bir özelliği asla olamaz.

“Ki onlar(Rahmanın kulları) yalan şahitlikte bulunmayanlar boş ve yararsız sözle karşılaştıkları zaman onurlu olarak geçenlerdir.” (25/ Furkan72)

Allah (c.c.)’a karşı kulluk görevlerinin ertelenmesi , yalanın farklı bir çeşidi olan “sürekli bahane üretmekle de” gerçekleşebilmektedir. Bu tavır, “okulum bitsin siz beni o zaman görün, evlenince düzene gireceğim, şu çocuklar biraz büyüsün kafamız dinç olsun, çocukların geleceğini bir hazırlayalım ….” gibi sürekli mazeretlerin ileri sürülmesi, dolayısıyla kulluk görevlerinin ihmal ve iptal edilmesini sağlar. Ümmetin fertleri içerisinde ikilem oluşturarak, tutarsızlıkların yayılmasına vesile olan bu kişiler, namaz kılamadığı, başını örtemediği, zinaya sürüklenme tehlikesinin olduğu veya faiz işlemlerinin yapıldığı bir ortam içerisin de  “emekliliğe az kaldı, sosyal güvencesi var, diploma alacağım”  avuntusu ve rızk endişesi ile hareket ederler. Sanki ne zaman öleceklerini bilir gibi haşa Allah(c.c.) ile pazarlık yaparcasına amellerini erteleyenler, hem  dünyadan tatmin olamamakta, hem de yapamayacakları şeyleri söyleyip, ömürlerini boşa tükettiklerinden Allah(c.c.)’ın rızasını kaybetmektedirler.

“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?”Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.” (61/ Saf 2-3)

 * Büyük bir virüs olan yalan hastalığı, karşımıza zanda bulunmak ve iftira etmek şeklinde de çıkabilmektedir. Üzerinde hiçbir kötülük alameti görülmeyen bir kimseyi, kötülükle töhmet altına almak olan zanda bulunmak, Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından sözün en yalanı şeklinde ifade edilmiştir :

“Zandan sakının. Zira şüphesiz zan sözün en yalan olanıdır. “

Bu zan, yersiz ve sebepsiz yere birini kötülemektir. Özellikle yıpratılmaya müsait olan, toplumun önünde giden şahsiyetlere karşı,  küçük düşürmek, otoritesini ve etkisini kaybettirmek amacı ile yapılan dedikodular, vebali ağır yaralar açabilmektedir. Bu şüphesiz kötü bir zandır. Allah(c.c.),  mü’minleri bundan sakındırmıştır:

“Ey iman edenler, zandan çokça sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır” (49/ Hucurat, 12)

Çevresinde olumlu intibalar bırakmış mü’min şahsiyetler ile ilgili gelebilecek olumsuz haberlere itina ile yaklaşmalı, aslı ispatlanıncaya kadar hüsnü zan ile (yani iyi, olumlu gerekçeler tahmin edilerek)  hareket edilmelidir.

* Zannın azgınlaşmış hali olan iftira ise daha vehim sonuçlar doğurabilmekte, özellikle iffetli kadınlara karşı yapılan zina iftirası kapanmaz yaralar açabilmektedir. Daha sonra yanlış anlaşıldığı ortaya çıksa bile, çamur at izi kalsın mantığı ile sürekli bir şüpheye mahal veren bu çirkin iftira sahipleri, suçlarının sebep olduğu bu kapanmaz yaradan dolayı lanetlenmişler, büyük bir azabı hak etmişlerdir.

“Namus sahibi, bir şeyden habersiz, mü’min kadınlara (zina suçu) atanlar, dünyada ve ahirette lanetlenmişlerdir. Ve onlar için büyük bir azab vardır. O gün, kendi dilleri, elleri ve ayakları aleyhlerinde yaptıklarına dair şahitlikte bulunacaklardır.  O gün, Allah hak ettikleri cezayı eksiksiz verecektir ve onlar da Allah’ın hiç şüphesiz hak olduğunu bileceklerdir.” (24/ Nur 23-24-25)

(devam edecek)


Comments are closed.