Eyl
16
Gönderen: admin, Röportaj, RP Yapılan, Eylül-16-2006

Vuslat Dergisine verdiğimiz Hicret konulu röportaj…

– Hicret denilince, genelde bir beldeden başka bir beldeye göç akla gelmektedir. Fakat Kur’an’a baktığımızda, gerek Lut(a.s.)’in ve İbrahim(a.s.)’ın gerekse Hz. Muhammed (a.s.)’in cahiliyeye yüz çevirmeleri ve onlardan uzaklaşmaları olarak da kullanıldığını görebilmekteyiz.(29/25-26 – 73/10)  Ayrıca Rasulullah, “muhacir, Allah’ın kendisine yasakladığı şeyleri terk eden kişidir.” buyurmaktadır. Hicretin bu boyutu hakkında neler söylemek istersiniz ?

 -İçeriğini vahyin doldurduğu Hicret kavramı, mekan değiştirme olarak bilinmekle beraber, şirkten, cahiliye dayatmalarından arınarak,Tevhide yönelmek, Allah(c.c.)’ın iradesine boyun eğmek manasıyla da karşımıza çıkmaktadır. Beyan ettiğiniz Ankebut suresinin 25 ve 26. ayetlerinde Hz. İbrahim(a.s.)  kavmine Allah(c.c.)’ı terk ederek sevgi bağı geliştirdikleri putlarını ilah edinmelerinin yanlışlığını anlatmakta, Hz. Lut(a.s.) bunun üzerine, gerçek güç ve üstünlük sahibi Allah’a yöneldiğini hicret ettiğini belirtmektedir. Aynı şekilde Müzzemmil suresinde, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i davet görevine hazırlarken, bir takım eğitim reçetesi sunan Rabbimiz, bu davet görevini yerine getirirken karşılaşılacak iftira, alay ve yalanlamalara karşı Rasulünün sabretmesini ve köklü bir şekilde müşriklerden kopup ayrılması gerektiğini de hicret kavramıyla açıklamıştır.

Belirttiğiniz ayetler ışığında şunu açıkça söyleyebiliriz ki ilk hicret Kelime-i Tevhidin söylendiği an yapılmaktadır. La İlahe İllallah diyen bir kişi “La” derken çevresindeki, zihnindeki sapkın davetleri reddederek, şirkten tevhide, batıldan hakk’a, küfürden imana doğru bir hicreti gerçekleştirmektedir. Bu hicreti gerçekleştiren kişi ilk konum olarak, cahiliye düşüncesini taşıyor olabilir, helal ve haramları belirlemede, hevasını, arzularını, idarecilerini, din adamlarını yetkili kılıyor olabilir, dünya hayatının süsüne ve zevkine kendini kaptırmış bir sarhoş pozisyonunda olabilir. Veya şeytanın ve şeytani anlayışların cirit attığı bir ortamdan tatmin olmayarak bir çıkış yolu arar konumda da olabilir. Her iki durumun sonucunda da, Allah’a ve gösterdiği yola yöneliş bir hicrettir. İlkinde kişinin arzularını Allah’ın ayetlerini işiterek dizginlemesi, hayatına yön vermede tek yetkili olarak Allah’ın vahyini, Kur’anı referans alması, dünya bağlılığından ahiret gerçeğinin farkında olması fikri, ahlaki bir seyahattir aslında. Kişinin fikirsel hicreti gerçekleştirmesi için illa cahiliye çamuruna bulaşmış olması gerekmez. Mesela Hz. Lut(a.s.)’un, Hz. İbrahim(a.s.)’in davetine uyarak Rabbine yönelmesi O’nun putlara yöneldiğini göstermez. Çünkü peygamberlerin risalet görevi verilmeden öncede büyük günahlardan korunduğu, davet görevlerine zarar verecek bir hal üzere olmadıkları aşikardır. Hz. Lut(a.s.), çevresinde ki putperest ortama ve Hz. İbrahim(a.s.)’in davetine şahit olmakta ve müşriklere ben sizin taptıklarınızdan gerçek güç ve üstünlük sahibi Allah’a yöneliyorum diyerek dönemindeki tevhid davetine icabet etmektedir.

La ilahe illallah ciddi bir hicrettir, bir inkılaptır aslında. Ancak gerekleri yapılmak kaydıyla bir anlam ifade etmektedir. İllallah diyerek, temizlerin temizi, güçlü, üstün, alim Rabbimizi düşünce ve tasavvurumuzdaki yerine koyarken, düşünce ve tasavvurumuzda cahiliyenin kirliliğinden en ufak bir parça dahi olmaması gerekmektedir. Özellikle günümüzde, beşeri ideolojilerin ilahi olan her şeyi alt üst eden yaklaşımları zihnimizi bulandırmakta hem Müslüman kimliği, hem de İslamın temeline dinamit koyan fikir akımlarının unvanları bir arada anılır olmuştur. Bu gerçek bir fikirsel hicret asla değildir. Adalet, hakk ve huzurun kaynağı olan İslam dini ile kargaşa, kaos ve zulmün kaynağı olan ideolojilerin bir arada anılması, sentez çalışmalarının yapılması gerçek bir cinayettir. Kurtlanmış bir saksı toprağı içerisine gül ekmeye kalkışanlar o topraktan verim alamayacaklarını bilmelidirler. Burada yapılması gereken saksının içindeki kurtlanmış toprağı boşaltmak ve boş olan saksıya bereketli, verimli sağlıklı bir toprak koymaktır. O zaman görülecektir ki o saksıda gül de yetişecektir ve kokusu ile çevresini de etkileyecektir.

Hz. Peygamberin“muhacir, Allah’ın kendisine yasakladığı şeyleri terk eden kişidir.” hadisine baktığımızda şu gerçeği de görmemiz mümkündür. Şirkten Tevhide hicret etmekle beraber, Müslümanların, Allah(c.c.)’ın yasaklamış olduğu haramlardan sakınmaları uzaklaşmaları da muhacirliktir. Yani Müslümanların yalan söylemekten, zina etmekten, faiz yemekten, sarhoş edici maddeleri kullanmaktan, cimrilikten, sakınmaları, uzaklaşmaları ameli bir hicret olarak yorumlanabilir.

 – Fikri ayırımı (hicreti) gerçekleştirmeden, cahili değerleri beraberinde taşıyarak bedenen göç etmek, Hicretin amaçladığı kazanımlarla çelişmektedir diyebilir miyiz ?

-Salih bir amel, ancak Allah(c.c.)’ın rızası gözetilerek yapılırsa bir anlam ifade eder. Hicrette bu salih amellerden birisidir. Topluluk psikolojisi ile, mal için, kadın için daha büyük zenginliklere ulaşmak için yapılan seyahatler içeriğini vahyin doldurmuş olduğu hicret kavramı ile asla benzetilmemelidir.

Bu sorudan dolayı bir tehlikeyi daha dile getirmek istiyorum. Allah’ın vahy ile Kur’an’da anlam yüklediği kavramların, Allah(c.c.)’ın dini ile çelişen ideolojiler tarafından kullanıldığına rastlamaktayız. Helal, haram, şehitlik, zina kavramları gibi hicrette islami bir kavramdır. İlahi olanı reddeden materyalist anlayışların ve özellikle Kur’an’a bin dörtyüz sene öncesini ilgilendirir mantığıyla yaklaşanların, bizim kavramlarımızdan ellerini ve dillerini çekmeleri gerekmektedir. Hicret, imanı idrak etmiş, kulluk görevlerinin şuuruna varmış fertlerin, kulluk görevlerini idrak edemedikleri zaman gerçekleştirmeleri gereken bir ibadettir, bir zorunluluktur. Esas olan kayıtsız ve şartsız sadece Allah’a kulluk edebilmektir. Hayatın anlamı, yaratılış amacı sadece budur. Kulluk…

Kulluğun gerçekleştirilemediği, ibadetlerin engellendiği bir ortamda Müslümanın üç tercihi vardır. Birincisi, bulunduğu bölgede, imanının gereklerini rahatça yerine getirebilecek bir ortam oluşturmaktır. İkincisi,  buna gücü yetmiyorsa kulluğunu özgürce ifade edebileceği başka bir bölgeye hicret etmektir. Üçüncüsü ise ibadetlerini ihmal ederek, tavizler vererek o ortamda yaşamaya devam etmektir. Fakat bu tercih Allah’ın katında asla meşru değildir. Şu dehşet ayeti kerime bu üçüncü tercihi seçen grubun kulluk görevlerini ihmal etmelerini gerektirecek mazeretlerinin geçersiz olduğunu bizlere göstermektedir.

“Melekler kendi nefislerine zulmedenlerin hayatına son verecekleri zaman derler ki: “Nerde idiniz?” Onlar: “Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmışlar (müstaz’aflar) idik.” derler. (Melekler de:) “Hicret etmeniz için Allah’ın arzı geniş değil miydi?” derler. İşte onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü yataktır o?” (4/Nisa 97)

İşte hicret sadece İslami endişeler sonucu tercih edilmesi gereken meşru bir yöneliştir. Allah’a daha güzel, layıkıyla nasıl ibadet ederim arayışlarının bir sonucudur. Şimdi sorunuza dönüş yaparsak, batıl davaları için, sürgün hayatı yaşayan, belirttiğimiz gerekçelerle hiçbir alakası olmayan bir sınıfın göçünün hicret olarak tanımlanması taraftarı asla olmamamız lazımdır. Sırf düşündüğü için sürgüne gitmiş olabilir, bu tabii ki doğru değildir. Bu sürgün hayatı da acıdır. Ama bizim hicret kavramımız ile bir alakası yoktur. Hicret, karşılığında cennetlerin verileceği, Allah’ın razı olduğu bir eylemdir. Allah’ın razı olarak, cennetleri vaat ettiği kişiler ise sadece gereği gibi iman edenlerdir.  

“İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah katında büyük dereceleri vardır. İşte ‘kurtuluşa ve mutluluğa’ erenler bunlardır.” (9/Tevbe 20)

– Göç anlamı ile Hicreti doğuran gerekçeler neler olmuştur ? Günümüz de iman edenleri hicrete zorlayan sebeplerle kıyaslayabilir misiniz ?

Heykelperest bir kavme, İslâm’ı tebliğ etmeye gayret eden Hz. İbrahim(a.s.) birçok işkenceye uğramış, sabırla ve metânetle yürüttüğü nübüvvet görevinin sonucunda, hicret etmek zorunda kalmıştır.

Ashab-ı hehf; tâgûtî bir iktidarın yönetimi altında yaşayıp, imanlarını gizlemekten haya etmiş ve mağarada İslâm’ı yaşamaya çalışmışlardır. Kâfirlerden ve zâlimlerden uzaklaşan (hicret eden) ashâb-ı kehf’in, İslâm’ı yaşama hususunda gösterdiği gayreti takdir etmemek mümkün müdür?

Peygamberimiz döneminde da ilk olarak Habeşistan hicretine şahit olmaktayız İslâm’ın ilk yıllarında, sahabîlerin önemli bir kısmına ve özellikle zayıf ve kimsesizlere, “Rabbiniz Allah’tır” demeleri nedeniyle sayısız zulümler uygulanıyor, dinlerinden vazgeçirmeleri için onlara büyük baskılar yapılıyordu. Peygamber Efendimiz, sayıları yüzü bulan sahabiye Habeşistan’a hicret etmelerini tavsiye etmiş ve bu hicret gerçekleşmiştir.

Her üç örnekte de görüldüğü gibi iman edenleri doğdukları topraklardan, mallarından, ailelerinden ayıran temel sebep inançlarından dolayı gördükleri baskılardır. İman ehli sadece Allah’a ibadet edilmesi gerektiğine inanarak tebliğ görevlerini yerine getirmeye başlamış, halk üzerinde otorite oluşturan, onları istedikleri gibi yönlendiren yönetici sınıf ise bundan rahatsız olarak işkence, cinayet, ambargo, zindan gibi caydırıcı yöntemler kullanmaya başlamışlardır. O zaman hicreti zorunlu kılan gerekçeleri maddelersek, yapılan ibadetlerin engellenmesi ve halk üzerinde etkisinin azaltılması için, alay-hakaret, ekonomik ambargo, zindan, işkence, cinayet şeklinde sıralayabiliriz.

Günümüzde iman edenleri hicrete zorlayan sebepler aynı kalmakla beraber teknolojik yöntemleri değişmiştir diyebiliriz. Hanımların, Allah’ın emrinden dolayı tesettürlü bir şekilde kendilerini toplumda ifade etmek istemelerinin önlenmesi ve eğitim haklarının ellerinden alınması, düşünce ve fikirlerin özgürce ifade edilmesinin suç olması, özellikle tek adam despotizminin yaşandığı ülkelerde islami çalışmaların engellenmesi ve zindan, işkence ve idamlar ile sonuçlanması zorunlu hicretleri doğurmaktadır. Dönemin propaganda aracı olan medyanın hedef göstermeleri sonucu temiz insanlara çamur atılması, fişlenmesi, ekonomik ve istihbari kıskaca alınmaları da kişiyi hicrete götüren sebeplerdendir.

Birde günümüzde gönüllü hicret hareketlerine rastlamaktayız. Yardıma muhtaç, yurtlarından sürülmüş, soykırıma uğramış mazlum kardeşlerine yardım için evlerini, ailelerini, sahip oldukları dünyevi nimetleri terk eden bu muhacirler sonunun şehadetle bitmesini arzuladıkları bir yola girmiş bulunmaktadırlar.  

– Peygamber ve Ashabının gerçekleştirdiği büyük hicret kitlesel olmuş ve büyük bir fethi beraberinde getirmiştir. Bu gün Ulus devletlere bölünmüş ve sınırların değişmezliğinin  esas olduğu bir dönemde, Müslümanların Hicret amelini gerçekleştirirken beklentileri neler olmaktadır-olmalıdır ?

-Öncelikle fetih doğuran Hicret büyük hicret diye adlandıracağımız Mekke’den, Medine’ye yapılan hicrettir. Bundan önce Habeşistan’a yapılan hicret zayıfların özgür ve rahat bir şekilde kulluk görevlerini yapabilmelerini sağlamıştır. Yani her hicret, “bir bölgeyi kontrol altına almak” anlamında bir fetih doğuracaktır diye bir kaide yoktur. Yalnız Ali Şeriati’nin dediği gibi her hicret aslında bir inkılaptır. Kişi baskı ve dayatmalardan kurtularak, önce kendi yüreğini, kendi eylemlerini, düşüncelerini fetheder. Onları özgürlüğüne kavuşturur. Sonra böyle bir fethin sonucunda çevresindeki insanların yüreklerini fetheder. Onların prangalarının kırılmasına vesile olur. Bu böyle sürüp gider. Kişi bu yol üzere olursa, toplumsal bir fetih göremese de, o yol üzere olmanın eminliği ile Rabbine kavuşur.

Bu gün Müslümanların gerçekleştirdikleri hicretlerde aslında bu söylediğimiz hedefleri içermektedir. Sınırlarının kapalı kapılar ardında belirlendiği ulus devletlerin hudutları birer vahiy değildir. Her zaman değişmeye ve yeni adaletli eller ile belirlenmeye muhtaçtır. Bundan dolayı çağımızda Müslümanların temel şiarı her zaman her yerde bulundukları konumun gereklerini yerine getirmeleri ve anın vacibi ile hareket etmeleridir. Toprakları işgal edilen Müslümanların şiddet ile bu işgali bertaraf etmeleri beklenirken, bulundukları ortamda sulhun hakim olduğu Müslümanların ise bilgilenme ve bilgilendirme çalışmalarını aksatmadan yerine getirmeleri ihmal edilemez bir görevdir.   

– Kur’an’ Kerim’de Hicret fedakarlığını yapanlar, çok büyük övgü ve ecirlerle müjdelenmekte(3/195), insanların yurtlarından çıkmalarına, duruma göre ailesini, mallarını, terk etmesine sebep olanlar ise yerilmekte(2/217)’dir. Söyleşimizi, bu ilahi mesajlarla ilgili yapacağınız yorum cümleleri ile bitirelim.

-Salih olarak yapılan her amel gibi hicreti gerçekleştirenlerin mükafatı da büyük olacaktır. Çünkü hicret şu an konuştuğumuz gibi ağzımızdan rahatça çıkan iki heceli bir kelime değildir. Hicret anayı,babayı terk etmektir, yari, evlatları belki bir daha görememektir, doğduğu ev, gezdiği sokaklar, çevresi ve dostlarından ayrılmaktır, yıllarca emek harcayarak kurduğu ticaretini, düzenini bozmaktır. İşte bu fedakarlıklar karşılığını şüphesiz ki bulacaktır.

“Allah yolunda hicret edip öldürülen veya ölenlere gelince muhakkak Allah, onları güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Allah onları, herhalde memnun kalacakları bir girilecek yere sokacaktır. Allah, kesinlikle tam bir bilgi sahibidir, halîmdir.” (22/Hac 59)

Peki buna sebep olanların akıbeti ne olacaktır. Yaptıkları bu zulmün hükmü nedir. İşte Rabbimiz Bakara suresinin 217. ayetinde buna açıklık getirmekte insanları yurtlarından çıkarmanın haram olan ayda savaşmaktan daha büyük bir suç olduğunu beyan etmektedir.

“Sana haram olan ayı, onda savaşmayı sorarlar. De ki: “Onda savaşmak büyük (bir günahtır). Ancak Allah katında, Allah’ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram’a engel olmak ve halkını oradan çıkarmak daha büyük (bir günahtır)……..” (2/Bakara 217)

 Bu gün Ruslar Çeçen halka karşı soykırım yapmakta, erkekleri öldürüp, kadın ve çocukları mülteci konumuna getirmişlerdir. Irak’ta yüz binler amerika ve müttefiklerinin katliamları sonucu evlerini terk ederek komşu ülkelere sığınmışlardır. Aynı şekilde pek çok ülkede tağuti iktidarlar, kendilerine tabi olmayan, hakkı açıkça, özgürce ifade etmeye çalışan Müslüman fertlere karşı susturma politikaları güderek yaşam alanlarını kısıtlamaya ve o beldeyi terk etmelerine sebep olmaktadırlar. İşte Peygamberin ve kendisine tabi olan muhacirlerin, Medine’ye hicret etmelerine sebep olanlar nasıl hem dünyada hem de ahirette zelil olmuşlarsa inşaallah günümüz şer güçleri de aynı akıbetle karşılaşacak ve sonları hüsranla sonuçlanacaktır. 

 


Comments are closed.