Eyl
27
Gönderen: admin, Araştırma, Eylül-27-2006

İslam bir topluluk dinidir. Bir topluluğun, düzen içinde varlığını koruması ve geliştirmesinde idarecinin rolü çok büyüktür. Bu sebeple değil bir millet, bir topluluk, üç kişilik bir grup için bile bir başkan, bir idareci seçmek emredilmiştir.

İbn-i Mesud (r.a.)’dan rivayet olunan bir hadiste Efendimiz şöyle buyuruyor : ‘Siz bir yerde üç kişi olarak bulunduğunuz zaman birinizi kendinize başkan yapınız.'(Keşfu’l-Hafa, c.1s.97, H. No: 267)

İslam dininin ve bu dini bizlere ulaştıran önderimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in liderlik, yöneticilik konusunda ki hassasiyetleri gözlerden kaçmamalı, ideal bir topluluğun oluşumunda önderlerin rolü gözardı edilmemelidir.

 İdeal bir topluluğun oluşumunda bir liderin katkısı ne kadar önemliyse, ferlerin küstürülmesi, inanılan davaya güvensizlik duyulması, ve toplulukların dağılmasında da önder konumunda ki fertlerin rolü oldukça fazladır.

Burada, bir topluluğun özellikle müslüman bir topluluğun zarar görmesine, sebep olan liderlerin, mensuplarının dağılma sürecine etki eden davranış biçimlerini irdeleyerek, gerekli derslerin çıkarılmasına katkı sağlamayı amaçlamaktayız.

* Davasına gerektiği güveni duymaması veya davasına duyduğu eminliği  fertlere aktaramaması :

 İyi bir idarecinin, öncelikle almış olduğu sorumluluğu kendi içerisinde sindirebilmiş olması gerekmektedir. Lideri olduğu davasının gerekliliklerinin farkında olmayan, ilkelerini özümsememiş bir idareci, çelişkilerle dolu yöneticilik hayatının hüsranla sonuçlanacağını şimdiden kabul etmiş demektir. Çünkü ondan bir enerji almak için bekleyen mensuplarına, verebileceği hiçbir ışık ve irşad cümleleri yoktur. Sözün karşı kalplere ulaşabilmesi için yine kalpten çıkması gerekmektedir. Davasının ilkelerini sindirememiş veya muhatabına aktarabilme becerisine sahip olmayan bir idareci  güvensizlik ve çelişkiler yumağının büyümesine sebebiyet verir.

* Terbiye yönünün zayıflığı : 

 Kendi şahsi isteklerini, İslamın yüce hedefleri karşısında ortadan kaldırmayı başaramayan bir lider, bırakın davasının sancağının dalgalandığını görmeyi, korunmaya muhtaç, özen gösterilmeye muhtaç, hatırlanmayı isteyen fertlerini teker teker kaybetmeye başlayacaktır. Onda ki bu terbiye zafiyeti, bir çekim alanı oluşturmaktan öte, insanları kendinden uzaklaştıracak itici bir alan meydana getirir. Buda insan israfı demektir ki hesabının verilmesi pek kolay olmasa gerek…

* Fertlerini yönlendirmede yetersizlik :

Olgun bir lider, fertlerinin güçlerini, eğilimlerini ve kabiliyetlerini bilmek zorundadır. Buradan hareketle de her bireye, uygun olan, gücü, eğilimi, yapısı ve kapasitesi ölçüsünde görevler vermelidir. Eğer idareci, üyelerinin kabiliyetlerini ve yeteneklerini bilmeden yoksun ise, onlar arasında yapacağı görev dağılımında başarı sağlayamayacaktır. Sağlıklı bir görevlendirmenin yapılmaması emeğin ve zamanın israf edilmesini sağlar. Ayrıca uygun olmayan işlerle görevlendirilen kişilerin, daha sonra bu görevin ehli olmadıklarının farkına varıldığında, onları bu görevlerden almak zorlaşacak, nefisler devreye girecek ve yapıdan kopmalar baş gösterecektir.

* Fertlerle olan diyalogsuzluk :

Bir hareket içerisinde ki fertlerde çeşitli sıkıntılar ve problemlerle karşı karşıya kalırlar. Bu sıkıntılar, duygusal, psikolojik, ailevi ve maddi problemler olabilir. Onlara yardım elini uzatan, destek olan, bu problemlerini aşmak için kurtuluş yollarını ve çözümlerini gösterecek birileri olduğunda, içinde ulundukları harekete güven duyarlar. Davaya daha sıkı bir şekilde, cömertçe, fedakarca bağlanırlar. Hz. Peygamber(s.a.v.) “Mü’minler birbirlerine karşı olan sevgilerinde, şefkatlerinde ve merhametlerinde bir vücut gibidirler. Vücudun herhangi bir uzvu rahatsızlandığında, diğer uzuvlar onun acısını ve uykusuzluğunu paylaşırlar.”  buyurarak müslümanların birbirlerinin sıkıntılarını paylaşabilmelerinin önemine vurgu yapmaktadır.

 Fertleri ile diyalog sorunu yaşayan bir idareci, dolayısıyla onların yaşamış olduğu sorunlardan da bihaber olacaktır. Bu zaaf, mensuplarda, idareci hakkında vurdumduymaz bir şahsiyet olduğu intibası oluşturur ki zaten öyledir. Kabullenilmesi asla mümkün olmayan bu tavır, kendisine bir sıkıntısının giderilmesi için başvuran bir ferdin yaşamış olduğu buhranları hissetmeden, bu rahatsızlığı giderecek en ufak bir gayret göstermeden, kuru sözlerle onu göndermeye çalışmak gibi hareketleri doğurur. İşte dağılmanın hız kazandığı nokta tam burasıdır.

* Problem tespiti ve çözümünde yetersizlik :

 Küçük ve dar çerçevede başlayan sorunlar çözülmeden bir tarafa bırakılırsa, büyür. Başka sorunların çıkmasına sebep olur. Bazen bir problemin çözümü, bir söze, bir karara, bir ziyarete, bir görüşmeye, bir özür dilemeye, bir nasihate ve benzeri küçük bir müdahaleye bağlıdır. Ancak bu sorunu daha küçük halindeyken keşfedemeyen bir idareci, bu sorunun dallanmasına, büyümesine ve içinden çıkılmaz bir hal almasına sebep olur. Artık budaklanan bu probleme müdahale etmekte eskisi kadar kolay olmayacak, yapının zaman, efor ve  insan kaybına uğraması kaçınılmaz bir hal alacaktır.

* İstişareden uzak hareket edilmesi : 

Bir idarecinin temel vasfı istişare mekanizmasını işletmesidir. Kendi aklına gelen her meseleyi danışmadan uygulamaya başlaması, diğer müslümanlar için bir zulümdür.

 “Rablerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır.” (42/Şura 38-39)

Rabbimizin, kendisine icabet edenlerin bir vasfı olarak zikrettiği istişare kurumunu işletmeyen idareciler, benbilirimci, herkesin yerine düşünen bir diktatörden farklarının kalmadığını anlamalıdırlar. Tabi bu tehlikeli davranış biçimi, kendi düşüncesinin dikkate alınmadığını, yok sayıldığını anlayan izzetli müslümanları etkileyecektir. Bu etkileşim neticesinde “ben herkes adına düşünür, karar veririm” mantığında ki idarecilerin, küçük dünyaları ile başbaşa kaldıkları   görülecek ve çok uzun yıllar geçse bile küçük dünyalarında en ufak bir gelişimin görülmediği, çünkü onurlu insanların orada barınmadıkları anlaşılacaktır.

* Adaletsiz yaklaşımlar :  

İdarecinin vereceği hüküm, kendisine zarar verse de, kendisini haksız çıkarsa da adaletli olmalıdır. Çünkü adalet ve doğruluk bu dinin olmazsa olmazlarındandır. Güvensizlik ve yalan müslüman ismiyle asla ve asla bir arada anılamaz. Peygamberimizin tebliğ vazifesinde ki başarısı,  O’nun emin Muhammed olmasıyla birebir ilişkilidir.

“Ey inananlar! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten şahidler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz, sizi adaletsizliğe sürüklemesin, adil olun; bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’tan sakının, doğrusu Allah, işlediklerinizden haberdardır.” (5/Mâide 8)  

  Bulunmuş olduğu konumu kaybetme endişesi, nefsi ihtiraslar ve bilgi yetersizliği lideri adaletsiz karar vermeye iten etkenlerdir. Bu kararlar sonucunda, kısa sürede virajların geçildiği düşünülse de, ileride büyük bir kayaya çarpılacağı kesindir. Ama en acı olanı, bu kayaya çarpıldığında adaletsiz idareciyi o enkazdan çıkaracak hiç kimsenin etrafında olmayacağıdır.

* Merhametten yoksun tavırlar :

Müslüman bir idareci, karşılaştığı problemleri çözmede merhametli, anlayışlı bir tavır sergilemesi gerekir. Kendisine iletilen sorunlara karşı ölçüp biçmeden konuşmamalı, dengeleyici ve toparlayıcı bir tavır da olmalıdır.

Hasan-ı Basrî, Ömer ibn Abdülaziz’e yazdığı mektubunda şöyle söylemektedir :

“Ey müminlerin emîri! Ädil imam; çocuğuna karşı merhametli, yufka yürekli bir ana gibidir. Onu meşakkatle taşır, meşakkatle doğurur. Çocukken terbiye eder. Uyandığında o da uyanır, huzuru ile huzur bulur. Emzirir sonra sütten keser. Sağlığına sevinir, şikâyetinden kederlenir.”

Merhametten yoksun, kaba ve katı yürekli davranışların toparlayıcı olamayacağı, aksine insanların dağılıp gitmelerinin gerekçesi olduğu bizlere bildirilmiştir.

“O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (3/Al-i İmran 159)

Görüldüğü gibi müslüman bir topluluğun çalışmalarında ki başarı ve başarısızlık tayin edeceği lider ile birebir ilişkilidir.  Tüm bu saydığımız zaaflara sahip, ehil olmayan bir lideri, herhangi bir çalışma başa getirirse, çalışmanın yapısı sarsılacak ve taraftarlar büyük bir hüsran yaşayacaktır.

“Hiç şüphesiz ki Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” (4/ Nisa, 58)

“Burada Müslümanlar, İsrailoğullarının  düştüğü hatalara düşmemeleri için uyarılıyorlar. Onların düştükleri en büyük hata, dejenere oluşları sürecinde yetkiyi hep beceriksiz, ehil olmayanlara vermeleriydi. Sorumluluk isteyen dinî ve siyasî liderlikleri, ehil olmayan, ahlâksız, şerefsiz ve adaletsiz kişilere vermeye başlamaları sonucu, tüm toplum yapısı çöktü. Müslümanlara bu konuda dikkatli olmaları ve sorumluluk isteyen yetkileri ehil, sorumluluğunun idrakinde ve ahlâklı kişilere vermeleri emredilmektedir.” (Mevdûdî, “Tefhîm-ul Kur’an”, I, sa:329)

Şu nokta asla unutulmamalıdır ki, bir görevle ehil olmayan bir kişinin görevlendirilmesi, hem topluluk, hem de kendisi için bir zulümdür.Topluluk için zulümdür, çünkü yetersiz bir idareye muhataptırlar, kendisi için zulümdür, çünkü bu kişi, ihmal edeceği bu görevden dolayı eleştirildiğinde, nefs ve gurur yapacak, Allah muhafaza yanlışında inatlaşarak tehlikeli bir yola girecektir.

 Rabbimiz, müslüman toplulukların üzerinden her daim,muvahhid, basiretli, hikmetli, cesur, ilim sahibi, merhametli, muttaki, muhsin idarecileri asla eksik etme, ayaklarımızı senin yolunda sabit kıl, kalplerimizi hidayetten sonra batıl istikametlere meylettirme.

amin


Comments are closed.