Ara
27
Gönderen: admin, Seyahat - İzlenim, Aralık-27-2007

Giriş:

Filistin toprakları üzerinde “İsrail” adıyla bir işgal devletinin kuruluşunun ve bu devletin BM tarafından resmen kabul edilişinin üzerinden geçen 55 yıl, ölüm, gözyaşı ve sürgün demekti bir Filistinli için…

1948 yılında, siyonist güçlerin topraklarını işgal etmesi ile başlayan sürgün hayatı, 9 milyon Filistinlinin 5 milyonunu mülteci konumuna sokmuştur. Yani Filistin içinde yaşayanların yarıdan fazlasının asıl mekanları değiştirilmiş, onlar mülteci kamplarına yerleşmek zorunda bırakılmışlardır.

Zorla yurtlarından çıkarılan Filistinliler, ilk başta komşu Arap ülkeleri olan Lübnan, Suriye ve Irakta ki kamplara geçerek, sefil ve perişan olarak devam edecek bir hayata başladılar. Bu ülkelerden biri olan Irak’ta yaşayan Filistinlilerin sayısı 50 bine yaklaşmıştı. Filistinli mültecilere barınacak yer sağlayan Saddam rejimi, mültecilere maddi destek de veriyordu.

Geçen 55 yılda, evlatlarını, torunlarını o topraklarda yetiştiren Filistinliler, bu sefer başka bir müstekbir gücün zulmüne şahit oldular. ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle değişen dengeler, Irak’ta yaşayan Filistinlileri de etkiledi. Hem ABD askerleri, hem de işgal güçleriyle işbirliği içerisinde olan hükümete bağlı milisler tarafından, tehdit ve zorlamalarla karşılaştılar. Kimlik kartlarına bakılarak cinayetlerin işlendiği Irak’ta, katledilen mültecilerin tek bir suçu vardı; Filistinli olmak…

Ölüm ile hicret arasında tercih yapmak zorunda kalan yaklaşık 30 bin Filistinli mülteci, ikinci sürgün yerlerine ulaşmak için Irak’ı terk ettiler. Onlar, şimdi daha zor durumda; ve çevre ülkelerde yer bulmaya çalışıyor. Kimliksiz, pasaportsuz ve vatansız konumunda olan bu halkın 2500’ü, Suriye sınırında ki ilkel kamplarda hayat mücadelesi veriyor.

IHH insani yardım kuruluşunun 2007 kurban çalışmasında Suriye’ye gönderilen ekibin içerisinde yer alarak, bu kamplardan olan El Tanf ve Hol kampını dolaştık. Girilmesine izin verilmeyen El Velid kampı hakkında da bilgi edinmeye çalıştık. İzlenimlerimi tek bir cümleye sığdırmam istenseydi, “Yeryüzünde bozgunculuk çıkartanların sebep olduğu acı, sadece vurduklarıyla sınırlı kalmıyor.” olurdu.

İki Sınır Arasında Unutulanlar

El Tanf Mülteci Kampı :

Şam’a 4 saatlik uzaklıkta bulunan El-Tanf kampı, Suriye’nin güneydoğusunda Irak sınırında bulunuyor. Şam’dan yola çıktıktan 1,5 saat sonra binalar, uçsuz bucaksız çöllere yerini bırakıyor. Irak sınırına malzeme taşıyan tırlardan başka bir şey göremiyorsunuz. Bu kamp, Suriye ile Irak sınırı arasında ki serbest bölgede yer aldığından, kampa yardımların ulaşması güçlükle gerçekleşiyor. Çünkü kampa girebilmek için Suriye’nin Tenf sınır noktasından çıkış yapılması gerekmekte. Bu durum, kamptaki Filistinlilerin iki sınır arasında açık hava hapishanesi koşullarında yaşamasına sebep oluyor.

Onlar Kampın Misafirleri…

Kendisinden bilgi aldığımız kamp sorumlularından Muhammed Bahuri, 12.05.2006’da kurulan kampta 145 aile ve 560 kişinin yaşadığını söyledi. Kampı tanımak için soracağımız soruları özenle seçiyorduk. Örneğin onlara misafir sıfatını uygun bulmuştuk. Çünkü misafir, evine geri dönmek üzere yola çıkar. Yurtlarına dönme umutlarını kıracak ifadelerden sakınmamız gerekiyordu.

Bütün Sorunlar ABD’nin İşgaliyle Başladı.

Neden bu kampta misafirliğe zorlandınız dediğim herkesten aynı cevabı almıştım; “Her şey Amerikanın Irak’ı işgali ile başladı…” Bu başlangıç her şeyi açıklamaya yetiyordu aslında. Ama yüreklerinde ki yaranın derinliği ile susmuyorlardı. Kimlik kartına bakarak adam öldürmeye başlandığını, mevcut hükümete yakın şii milisler tarafından ailelerinin tehditlere maruz kaldığını, evlerine zorla girildiğini ve 600’e yakın Filistinlinin şehit edildiğini anlattılar. Kampın, ancak canından endişe edip, eşinin ve evladının güvenliğinden emin olamayanların bir tercihi olduğu açıktı. Çünkü kolay değildi, kurulu bir düzeni bozup çölün ortasında hapishane hayatını seçmek.

Bağdat’ta resmi bir kurumda müdürlük yapan İbrahim Abdulhalim’le yaptığımız sohbet, bu tespitimizi perçinliyordu. Irak’ta kurulan hükümetin, kendilerini Saddam’ın adamı olarak gördüğünü anlatan İbrahim, bu sebepten tüm haklarının ellerinden alındığını, resmi kurumlardan kovulduklarını söyledi. Bir başka misafir ise, Filistinlilerin bölgesine baskınların yapıldığını, dükkanlarının gasp edildiğini, kendilerini iyice kuşatılmış hissettiklerinden Bağdat’ı terk etmekten başka bir çözüm yolu bulamadıklarını belirtti.

Bağdat’tan Sadece Canımızı Kurtardık…

Acele bir şekilde Bağdat’ı terk etmek zorunda kalan Filistinlilerden birçoğu, evlerini, iş yerlerini, hatta ailesinin bazı fertlerini geride bırakarak kampa iltica etmek zorunda kalmış. Bunların arasında Irak’ta öğretmenlik, mühendislik yapanlarda bulunuyor. Tüm düzenlerini bozan bu kişilerin şimdi kendilerine uzatılacak bir lokma yardımı beklemekten başka yapacak bir şeyleri yok.

Kampın idare heyetinde bulunan Said Handan, Bağdat’ta dört tane küçük züccaciye dükkanının olduğunu ve taksitli satışlar yaptığını anlattıktan sonra “işgal sonrası hükümete bağlı milislerin baskısı sonucunda Irak’ı terk etmek zorunda kaldığımda, hem bu dükkanlarımı, hem de bir çok taksit alacağımı geride bıraktım” derken hüzünlüydü.

Ama kampta kendisinden daha vahim tablolarda var. Örneğin 2 çocuğuyla birlikte kampta yaşayan bir Filistinli, halen Irak’ta olan hanımını kampa getirebilmek için uğraşıyor.

Çocukların Oyunları, Açlık ve Ölüm Üzerine

Bu zor koşullardan her zaman ki gibi en çok çocuklar etkilenmiş. Elinde kuru bir ekmekle, hassas olan ciltleri soğuktan çatlamış çocuklara rastlayınca mahzunlaşmamak elde değil. Çölün ortasında hapsedildikleri bu kampta, oynadıkları oyunların içeriği bile açlık, hastalık ve ölüm üzerine kurulu. Filistin’den çıkarılmaları ile başlayan ve kampta ki yaşam koşullarını anlatan oyunlarını izlediğinizde donup kalıyorsunuz. Sadece yaşları küçük olan bu çocukların yaşadıklarının, yaşlarından ne kadar büyük olduğunu hissediyorsunuz.

Çocuklara bayramı hatırlatan tek şey, onlara birkaç gün öncesinden Hamas tarafından dağıtılan elbiseler ve IHH’nın kampta gerçekleştirdiği kurbanlık hayvan kesimi…

Kamp sakinlerinden İbrahim Abdulhalim, çocukların bu bayramı da diğer çocuklar gibi kutlayamadıklarını, rahatça oynayacakları park ve oyuncaklardan mahrum olduklarını, en çok onlar için üzüldüklerini söyledi. Araya giren mahcup bir baba ise,“tamam böyle güzel giyinmişler ama bu kıyafetlerle çölün ortasında dolaşıp duruyorlar, yapacak hiçbir şeyleri yok. Bayramın tadını alamadılar. Hiç kimse arayıp sormadı.” derken, bu sözleri kamp dışına çıkaracak bir yetkili görmenin heyecanını yaşıyordu.

10 Yaşında ki İbrahim: Biz Filistinliyiz Ve Orada Yaşamak İstiyoruz.

Kampta ki zorunlu misafirlikten dolayı çocuklarının eğitimlerini bırakmak zorunda kaldığını söyleyen anne ve baba sayısı da oldukça yüksek. Birleşmiş Milletler kuruluşu olan UNHCR tarafından çadırlardan yapılan okul, her şeye rağmen onlarda moral yükselten bir etki sağlamış. Okulun, kampta yaşayan Filistinli öğretmenlerin desteğiyle faal duruma getirilmesi, çocukları için hayata bağlanmış ailelere bir umut olmakta. Kampın sorumlusu Muhammed Bahuri’nin, Filistinlilerin kültürlü bir halk olduğunu, eğitimden çölde bile vazgeçemeyeceklerini uzun uzun anlatmasından bunu görebiliyorsunuz.

Çocuklar Kudüs yüzlü. Bakışları, tavırları ve konuşmaları ile çok farklılar. Ama hayalleri her çocuk gibi aynı. Etrafımıza toplanan İbrahim, Ahmed, Ömer, Neda ve Mustafa’da doktor, mühendis ve öğretmen olmak istiyor. Ama istekleri ilk önce bu kamptan çıkmak… Bu kamptan çıkınca nereye gitmek istiyorsunuz sorumuza, kalabalıkları aşarak yanımıza gelen 10 yaşındaki İbrahim Ömer’in verdiği cevap ders niteliğindeydi; “Başka neresi olabilir ki, biz Filistinliyiz ve orada yaşamak istiyoruz.”

Çöl Soğuğuna Dayanmak Oldukça Zor.

Çöl soğuğu oldukça sert oluyor. Bunu insanların, özellikle çocukların yüzlerinde görebiliyorsunuz. Akşam beşten itibaren etkisini göstermeye başlayan soğuk havadan dolayı muslukların da patladığını öğrendik. Bu havanın özellikle çocuklar için dayanılmaz olduğundan yakınan kamp sakinlerinin “biz ne ekmek istiyoruz, ne de su, buradan çıkmak istiyoruz” haykırışları tahammül sınırlarını zorlayan bir konumda olduklarını gösteriyor.

Kampın misafirleri bu soğuk havada, çadırlarda kurulan mazot sobaları ile ısınmaya çalışıyor. Ama kışın ortasında olmamıza rağmen mazotun yeterli gelmediği yakınmaları eksik olmuyor. Isınmak için tek madde olan mazotun 10-15 günde bir verilmesi gerekirken bunun ihmal edildiğini gözlemlemek güç değil. Verilme günü bayramdan önce olan mazotun, bayramın 2. günü olmasına rağmen dağıtılmaması, hayati öneme sahip bir ihtiyaçta bile ne kadar ihmalkarca davranıldığını ispatlamakta…

Doktor Ve Ambulans Olmadığından Ölümler Yaşanmakta

Kampta, insanların sağlık sorunları ile ilgilenecek bir sağlık ocağı bile yok. En yakın hastane kampın dışında ve 2 saat uzaklıkta bulunduğundan, acil durumda olan hastalar Suriye gümrük muhafazadan izin alarak ambulansla oraya götürülüyor.

Ancak bu prosedür, Usur İbrahim isimli kadının 2 bebeğini kampta kaybetmesine sebep olmuş. Usur İbrahim, kampa geldiğinde hamile olduğunu, doğum zamanında 4 gün doktor ve ambulans bulamadığını ve yoğun kanamadan dolayı kendisinin de ölüm tehlikesi geçirdiğini bizlere anlattı. Kendisi gibi tüm hamile kadınlara müdahalede gecikildiğini söyleyen acılı anne, yaşadıklarını, “Şam’da UNHCR ye ait bir hastaneye götürüldüm. Çocuğumun ayağından serum düştüğü için vefat etti. Artık insan hakkı gibi sözlere inanmıyorum. Eğer insan hakları diye bir şey olsaydı çocuklarım şimdi yaşıyor olurdu.” sözleriyle ifade etmeye çalıştı.

Özellikle yazın, zehirli çöl akrepleri tarafından sokulma vakalarının yaşandığı kampta, anneler evlatlarının başında gece adeta nöbet bekliyor.

Böbrek rahatsızlığı olan bir hastaya da UNHCR’nin geç müdahale etmesi ve sonucunda hastanın vefat ettiği bilgilerini almamız, kampın yaşamın her alanında problemler içerisinde olduğunu ispatlamakta…

Mülteci Her Şeye Muhtaç, Ama En Çok Özgürlüğe

Kampta ihtiyaçlar genelde Filistinli grupların desteğiyle sağlanıyor. Ama özellikle Hamas’ın onlarla kampın ilk gününden itibaren yakından ilgilendiği, sıkıntı ve dertlerini dinlediği sözleri herkesten duyduğumuz ortak ifadeler…

Birleşmiş Milletlerin bir kuruluşu olan UNHCR’in dağıttığı konserveler, kalitesi düşük ve bazen son kullanma tarihleri geçtiğinden her zaman yenmiyor. Bu konservelerin üç çeşit olduğu ve ayda bir kere her çeşitten ikişer tane verildiğini söyleyen kampın sorumlusu Muhammed Bahuri “eğer uluslararası kuruluşları bekleseydik çoktan ölmüştük. Burada onların faaliyetleri sayılamayacak kadar azdır. Onların gönderdikleri malzemeler bir insanı iki gün anca yaşatır.” dedikten sonra, Suriye Kızılay’ının ve Hamas’ın yardımlarının önemine işaret ediyor.

Beklenen yardımların başında ise yine çocukların temel ihtiyacı olan süt bulunmakta. Çocuk bezi ve besleyici bebek maması da dağıtılması gerekiyor. Ayrıca çölün üzerinde kurulu bulunan çadırlarda, yere serip üzerinde oturup, yatacakları hasır ve battaniyelere ihtiyaçları var.

Kampta 34 adet mutfak tüpü olduğunu öğrendik. 4 aileye bir tüp düşmekte. Bu tüpler ayda sadece bir kere değiştiriliyor. Değiştirilen tüpler yarıya kadar dolu olduğundan bir hafta ancak yetiyor. Ayın geri kalan kısmında dışardan yüksek fiyata tüp getirtmek zorunda kalıyorlar.

Ceplerinde ki para ile acil bir ihtiyacını almak isteyen kişiler şehre inemediklerinden, bu ihtiyaçlarını sınırda, kampın girişinde açılan bakkal işlevi gören bir yerden temin etmek zorunda kalıyorlar. Ve bu durum, malzemelerin değerinin çok üzerinde satın alınması zaruretini doğuruyor.

Bu fırsatçı kişilerden rahatsız olan kampın misafirleri, “bizlerin mağduriyetinden faydalanmaya çalışıyorlar. Bazılarımız çocuklarının en temel ihtiyaçlarını karşılamak için elbiselerini bile satmak zorunda kalıyor.” şeklinde yakınıyorlar.

Hol Mülteci Kampı :

Şam’a 10 saatlik uzaklıkta bulunan Hol kampı, Suriye’nin kuzeydoğusundaki Haseki şehrinin 50 km dışında bulunuyor. Bu kampın El Tanf’dan tek olumlu yanı, Suriye sınırları içerisinde kaldığından şehirle irtibatının rahat sağlanabiliyor olması. Suriye devletinin memuru olarak kampın müdürlüğünü yapan Nuveh Leylişi’den, kampın ilk olarak 1991 yılında Iraklılar için açıldığını ancak daha sonra 2002 yılında kapatıldığı bilgisini aldık. 2006 yılında, Irak’tan çıkarılan Filistinlilerin yerleştirildiği kampta, 74 aile ve 380 kişi yaşamakta. Her tarafı tel örgülerle çevrili ve tek giriş, çıkışı bulunan kampı Suriye askerleri beklemekte.

 Zaman Geçtikçe Psikolojik Sorunlar Artıyor.

15-20 m2’lik odalarda, 8-10 kişinin yaşadığı briketten yapılan evlerde kalan kamp sakinlerinin yaşam koşulları, El Tanf kampından pek farklı değil. Hiçbir alt yapı çalışması bulunmadığından pis su giderlerinin barakalara yakın olması, bir çok sağlık problemlerine sebep olmakta. Soğuk havanın daha şiddetli olduğunu gözlemlediğimiz kampta, psikolojik sorunlar yaşadığından intihar girişiminde bulunmuş 1-2 vakaya rastlanması, tahammül sınırlarının ne durumda olduğunu gözler önüne sermekte.

Ailelerin Tek Umudu; Çocukların Eğitimi

Kamp, sınırın Suriye tarafında kaldığından Suriye devleti çocukların eğitimleri noktasında yardımcı oluyor. Hol kampında çocuklar, Hol bölgesindeki okullara otobüslerle götürülerek eğitimlerini devam ettirebiliyorlar. Ayrıca kampta 4-5 yaş çocuklar için anaokulu statüsünde bir yer bulunuyor. Çocukların hayatlarının mümkün olduğunca normalleştirilmesi anne ve babaların tek tesellisi olmakta. Dersleri ile meşgul olan çocuklar, en azından olumsuz düşüncelerden ve sıkıntılardan bu vesileyle uzak kalıyorlar. Ama bunun dışında, bir çocuğun ulaşması gereken başka imkanlardan, nimetlerden uzak kaldıklarını gözden kaçırmamak gerekiyor.

Kampta yaşayan insanlar, yaşadıkları barakaların yanlarında bulunan boş alanlara bir şeyler ekmeye çalışıyorlar. Yetiştirdikleri ürünün ciddi bir yekun tutmadığını, sadece hayata tutunabilmek için bir meşgale olduğunu söyleyebiliriz.

İşgalin Sonucu: Parçalanan Yuvalar, Yetim Kalan Çocuklar

Kampta yaşayan her misafirin hayatı ayrı bir dram içeriyor. Kampta evlenecek olan Memduh Atıf Kasım, Bağdat’ta ustasının öldürüldüğünü, can güvenliklerinin kalmadığını, tüm bu zor koşulları bilmesine rağmen orayı terk etmek zorunda kaldığını anlattı. Annesi, babası ve hiçbir yakın akrabası olmadığından, mehrini IHH’nın verdiği genç Filistinli, çocuklarının kampta doğacak olmasını düşünmek bile istemediğini, bu düşüncenin yüreğini daralttığını bizimle paylaştı.

Abdullah Salim Validi isimli Filistinli gencin ailesi de, hükümete bağlı milisler tarafından öldürülenlerden. İki abisi ve babasını evlerinin önünden kaçırdıklarını anlatan Abdullah Salim, “Onları Vasıt şehrine götürdüler ve işkence yaptılar. 3-4 gün sonra baban öldü gelin alın dediler. Babamın cesedini almak için çok para ödeyerek ambulans tuttuk. Fakat gittiğimizde cesedi bize vermediler. İki abim serbest kaldı ama babamın cesedi halen ortada yok…” derken, aslında kampa neden geldiklerinin cevabını da vermiş oluyordu.

Geçen sene Kurban bayramı arifesinde eşini ve 17 yaşında ki büyük oğlunu kaybeden acılı Filistinli annenin feryadı da söyleyecek söz bırakmıyor. Bağdat’ta tornacı dükkanlarında oturuyorken havan topu saldırısı sonucu öldürülen eşinin ve oğlunun acısını aynı tazelikte yaşayan Filistinli kadın, saldırıdan sonra dükkanlarının yağmalandığını, malzemelerinin gasp edildiğini anlattı. 13 ve 15 yaşlarında ki 2 oğlundan başka kimsesi olmayan anne, “Bana da bir şey olsaydı oğullarım sahipsiz kalacaktı. Onlar için her şeyimizi bırakarak buraya gelmek zorunda kaldık” dedi. Paralarının olmadığından, farklı ihtiyaçlarını karşılamak için kampta dağıtılan bazı yardım malzemelerini satmak zorunda kalan kadının büyük oğlu Halid, okulu bırakarak çalışmak istediğini yönetime bildirmiş.

Bağdat’ta marangozluk yaparken bacağından vurulan ve sağ bacağının dizinden aşağısını kaybeden Muhammed Ömer Şakir’de kimlik kartından dolayı saldırıya uğrayanlardan. Filistinli olması ve taşıdığı isminden dolayı seçildiğini söyleyen Muhammed Ömer, kampın zor koşullarına protezli bacağı ile direnmeye çalışıyor. Sol ayağına fazla yük verdiğinden bir et parçası çıktığını ve ameliyatla alınması gerektiğini anlatan 23 yaşında ki genç Filistinli, kısıtlı yapılan yardımlardan yakınıyor.

Gidilemese de, Görülemese de Orada Bir Kamp Var, İçinde Yaşayan Canlar Var.

El Velid Mülteci Kampı :

Irak – Suriye sınırının Irak tarafında bulunan El Velid kampında 400 aile ve 1600 kişi yaşamakta. El Tanf’e yaklaşık 7 km uzaklıkta olan El Velid kampına Suriye sınırından yardım ulaştırılmasına müsaade edilmiyor. Sadece UNHCR’in dağıttığı yardımlar ile ayakta kalmaya çalıştıklarını duymamız endişeye kapılmamız için fazlasıyla yeterli… Gözlemleyip yardım götürebildiğimiz kamplarda ki içler acısı durumu gördüğümüzden, yardım ulaşmayan El Velid kampının hangi koşullarda olduğunu tahmin edebiliyoruz. Bir an evvel bu bürokrasinin aşılması ve kampa girilmesi gerekiyor.

Bu kampta, El Tanf kampında yaşayan bir ailenin 16 yaşında ki kanser hastası kızı bulunmakta. Kızın yoğun tedaviye ihtiyacı olmasına rağmen kız hakkında kimsenin herhangi bir bilgiye ulaşamaması aileyi endişelendiriyor.

Filistinli Mültecilerin Feryadı : “Bize İnsan Gözüyle Bakılmasını İstiyoruz.”

Başlarına gelenlere halen bir anlam veremeyen Filistinliler “Biz 60 senedir Irak’taydık.Ortada hiçbir şey yokken hangi insan bize bunları reva görebilir, bizi buraya donmaya terk edebilir” diyorlar.

Tüm dünyanın, kendi toprakları olmamasına rağmen Yahudilerin Filistin’e gelip yerleşmesi için çırpındığını, kolaylık sağladığını söyleyen mağdurlar, “Neden aynı dünya ülkeleri bu kampta yaşayan insanların Filistin’e dönmelerine yardımcı olmuyorlar. Neden Arap ülkeleri, Müslümanlar bize kucak açmıyorlar. Çünkü bizim yaşadıklarımızı, acılarımızı hissetmiyorlar.” şeklinde yakınıyor.

Herkesin bir tiyatro sahnesi gibi kendilerini izlediğinden şikayet eden Filistinli mülteciler, Müslümanların birbirlerinin acısını hissetmeleri gerektiğini hatırlatıyorlar.

Kurban bayramının ikinci günü olmasına rağmen kampa ulaşan ilk ve tek yardım ekibi olmamız Filistinli kardeşlerimizi duygulandırmıştı. “Daima yanımızda olun, insan gözüyle bize bakılmasını istiyoruz.” feryatları, halen kulaklarımızda ki tazeliğini koruyor.

Kamptan, yaşadıklarını dışarıya yansıtmamızı istemelerinin ağır sorumluluğu ile ayrılırken, aklımızda Türkiye’de ki kardeşlerine gönderdikleri içten selamlar ve dile getirdikleri hayalleri kaldı; “Bizim rüyamız buradan çıkmaktır.”


Comments are closed.